“Altın bir devir idi; hatırla geçmiş günüBaştan başa cihânı tutmuş ecdâdın ünü”Lâedrî
Akademik açıdan pek çok noktada sağlam bir eser olmasına karşın, Börü Tonga nam-ı diğer Mete’nin birden Oğuz Kağan ile eşleştirilmesiyle karşı karşıya kaldığınızda, iş metodik tarihten, mitolojik referanslar içeren ve başka bir bilimin incelemesinde olan fantastik tarihe kayıyor. Kaldı ki Oğuz Kağan-Mete eşleştirmesine katılmadığım gibi, bu konuda İskit-Saka tezleri veya Türk tarihinin daha eski bir destanına dayandığı tezlerini daha makul bulduğumu belirtmeliyim. Özellikle bir takım Azerbaycanlı Türk tarihçilerin üzerinde durduğu gibi Alp Er Tunga destanı ile Oğuz Kağan Destanının bağlantısı olabileceği veya birbirlerinin ardılı ya da bağlantısı olabileceği yönündeki tezler, şahsım açısından Mete-Oğuz Kağan eşleştirmesine göre daha makul, akılcı ve isabetli yorumlar içeriyor. Bu hususu da İskit (Oğuz) tarihi içerisinde edindiğim bilgiler ile harmanladığımda Türk-Hun tarihi kitabında geçen eşleştirmeye katılmak pek mümkün olmuyor. Üstelik Börü Tonga ile Alp Er Tonga arasında kendiliğinden kurulabilecek bağlantılar bu noktada sıkıntı yaratabilecek durumda. Birbirlerinin kültür ve sanatından etkilenmekle birlikte, İskit-Skuz-Oğuz ile Hiungnu-Hun konfederasyonları birbirinden farklılık arzetmekte. Bu iki uygarlık için söylenebilecek en önemli unsur, bir ortak ataya sahip olmaları olabilir. Oğuz Kağan Destanı, Oğuzların, Kağan Destanı olarak isimlendirilip işbu kağanda Alp Er Tonga denilerek epey zorlayıcı bir bağlantı kurulabilir. Yine de tarihi veriler, Hun ve İskit/Saka uygarlıklarını iki ayrı topluluk olarak net bir şekilde ayırmış durumda. Kültürel açıdan birbirine benzeyen toplumların efsanelerinin benzeşmesi durumu da söz konusu olabilir. Ancak tarihi gerçeklik bir kütle halinde ortada duruyor. İskit-Oğuzları, Güney Karadenize göçe zorlayan hareketin Hiungnu saldırıları olduğunda pek çok kaynak mutabık kalmış durumda. Bu bahsi Hunlar ile ilgili son yazıda daha da ayrıntılandıracak olmakla birlikte kitaba devam edecek olursak, dikkatimi çeken ve okumayı zorlaştıran bir öğeyi daha belirtmem gerekir. Dipnotlar özellikleri itibari ile ana metinde detaylandırılamamış hususlara ilişkin ya kaynak belirtmek ya da kısa açıklamalar ile konuyu netleştirmek için kullanıldığında daha amaca uygun oluyor. Eğer bir sayfanın yarısı dipnota ayrılıyorsa, bu durumda dipnottan değil, ana bir konudan bahsediliyor demektir. Bu noktada eğer gerçekten bu denli geniş açıklamalar olacak iseen beğendiğim yöntem, kitabın sonuna “Notlar” diye eklenen kısımlarda bu açıklamaların yer alması. Zira iki sayfa boyunca devam eden bir dipnotu okurken, ana metni geçiyor ve tekrar bir önceki sayfaya, bu sefer ana metni okumak için dönüyorsunuz ki, bu okumanın sürekliliğini ciddi şekilde etkiliyor.
Türk-Hun tarihi içerik olarak Asya, Avrupa Hunları ve Ak Hunlara ilişkin geniş bilgi barındırıyor. Bu anlamıyla Hunlar bahsini tek bir kitapta toparlayıp halletmesi açısından muazzam bir kaynak. Bununla birlikte, Sadettin Gömeç’in tarihi akış içindeki isimleri değiştirme ve yanlış tabir etmiş olmaz isem Türkçeleştirme yöntemi olmasa belki de Hunlar bahsi için en son tanıtacağım kitap olabilirdi. Ancak belki başlangıçta katlanılabilir olsa da, bu milli hatta Türkçü bakış açısı ve yorumlama bir noktada amacı öğrenmek olan araştırmacıyı yıldırabiliyor. Dolambaçlı referanslar dışında netleşmiş hiçbir kaynağa dayanmayan Börülüler Soyu, Mukan’ın Börü Kan olması gibi kendi okumasını tutarsız hale getiren bu değişiklikler (Mo’tun isminde geçen Mo’yu Börü olarak çözümleyen Gömeç, Mukan daki Mu’yu da Börü olarak okumakta) akademik içeriğe sahip olmakla birlikte, kitabı hiç hak etmediği halde bir misyon veya propaganda eseriymiş gibi gösteriyor. Gömeç Hoca , kendi okuyuşunun yanı sıra parantez içlerinde, kaynaklarda geçen okumaları koruyarak devam etmiş, bu durum,tarihe Türkçü pencereden bakan bir akademisyen olduğundan ideolojik bakış açısını maskelemeye yetmese de, Türk’ün gücü kudreti ve benzeri kavramları işitmekten rahatsız olmayacak okuyucular için Hun tarihini ele almak bağlamında Türk-Hun Tarihi önemli bir kaynak. İdeolojik anlamda beni rahatsız etmese de, akademik veya araştırma anlamında beni rahatsız eden destan, efsane ile gerçek tarihin karıştırılarak belirli vâkalara mesnet yaratılması veya tarihin mitolojiye uydurulmaya çalışılması durumları. Burada tanıtmaya fırsatım olur mu bilmiyorum ancak mitolojik eserlerin, kavimlerin psikolojilerine ve ahlâki, kültürel değerlerine ilişkin bilinç altı izler taşıdığı, bütün mitolojik eserlerin temel bağlam noktalarında birleşmelerinde insanlığın ortak mirasının yatmakta olduğu vb. hususlar dairesinde değerlendirmeler yaparak mitolojilere yaklaştığım için ve eski çağ tarihinde bunu yaparken nasıl yanlış değerlendirmelere yol açılabileceğini zamanla öğrendiğim için bu olguların tarihin gerçekliğine yansıtılmasında daha dikkatli olunması gerektiğine inanıyorum. Elbette önceki yazılarımı okuyanlar kendimle çeliştiğime inanabilir. Aslında biz buna çelişme değil değişme diyoruz. Tabii ki önceki yazdığım her satırın arkasındayım. Nitekim eski yazılarımı, imla hataları dışında güncellemiyorum. Ancak insan öğrenen bir varlık ve her yeni bilgiyle bakış açısı biraz daha değişebiliyor. Kitaptaki dipnotlarla ilgili itirazlarım da bâkidir. Keşke bazı dipnotları doğrudan ana metnin içerisine alsalarmış. Çünkü kaynakların incelenmesi arasında dipnotlarda geçen bilgiyi metin aralarında işlemek muhtemelen daha verimli bir okumaya sebebiyet vereceği gibi, eseri diğer benzerlerinden net bir şekilde ayırabilirmiş. Türk tarihi çok geniş bir alana hakim ve bu alanı her saftan, her okuyucuya hitap edebilecek şekilde kaleme almak nedense bizim akademisyenlerimize çok sık kısmet olmuyor.
Milli-Türkçü-Milliyetçi referanslar okumanızı etkilemeyecek hatta bu duygularınızın kamçılanması daha da çok hoşunuza gidecek ise bu kitap Hun tarihini okumanız için elverişli bir kaynak. Ancak genel itibariyle tarihi anlamda isimlendirmeler dışında, diğer kaynaklarda yer almayan önemli bilgiler içerdiğini söylemek konusunda çok kesin konuşamıyorum. Bu eleştirileri yaparken de, acizane, Sadettin Gömeç hocanın önsözünde yer alan eleştirileri kabullenmiş cümlelerini kalkan olarak kullanıyorum. Zira kaynaklardan alınan bilgiyi yansıtmanın ve burada bazı tarih tezlerimizi diri tutabilmek için destan ve efsanelerden destek almanın dışında, farklılık yaratan bir eser olmadığını ancak bu alanda bir kapı açacak nitelikte olduğunu bilerek okumakta fayda var. Bunca itiraza rağmen kitabı neden tanıttığımla ilgili sebeplerimi de açıklayıp, maratonda diğer kitaplarla yolculuğuma devam edeceğim. Sitede tarih maratonu dışında okuduğum kitaplarda tanıtım yaparken bir seçim yapmakta kendimi serbest hissetmeme rağmen, maratonda bütün kaynakları tanıtmanın daha objektif olduğuna inanıyorum. Bu sebeple zaman zaman okurken beni yorsa dahi elimdeki tüm kaynakları tetkik ettiğimden, sadece kendim değil, sizlerin de emin olmasını istiyorum. Hâl böyle olunca, zaten üzerinde çok fazla çalışma yapılmamış bir alan olduğundan, elimdeki her kitap kıymetli bir kaynak halini alıyor.
Tarihin ve kitapların aydınlattığı yolda birlikte yürümeye devam edebilmek dileğiyle.
Kitaplarla kalın.



