“Tarih, milletlerin tarlasıdır. Her toplum geçmişte bu tarlaya ne ekmişse, gelecekte onu biçer”Voltaire
Kitabın içerisindeki gidişat doğrultusunda Hint-Avrupalılar, Ariler epey kapsamlı olarak incelenmiş. Yazar tarafından Ari ırkçılığı yaparak geliştirilmiş olan, medeniyet sahibi toplulukların delil gösterilmeksizin Hint-Avrupa kökenine bağlanmasına getirilmiş eleştiriler ve bu anlamda yaptığı tespitler taşı gediğine koyar cinsten. Hint-Avrupalı tarihçilerin kendi çelişkilerini ve dahi hatalarını yine bu tarihçilerin kendi beyanları ile gösteriyor olması açısından çok ciddi akademik birikime sahip olunduğunun da ayrıca vurgulanması elzem. Özellikle Sakaların Türklüğüne ilişkin sahip olunan delillerin Hunların Türklüğüne ilişkin sunulan delillerden daha fazla olması olgusuna karşın, sırf Alanları İrani saydıkları için; “Alanlar Sarmatların içerisinde bir kabileydi, Dolayısıyla Sarmatlar’da İranidir. Sarmatlar Sakacanın bozuk bir halini konuştuklarına göre bu halde Sakalar da İranidir” şeklinde delil sunulmadan yapılan tümevarım ve tümdengelimlerin hepsi bütün çıplaklığıyla ortaya çıkartılmış durumda. Kaldı ki yazarın da belirttiği gibi Alanların İraniliği konusunda bile Hint-Avrupalı tarihçilerin delil konusunda ciddi sıkıntıları olmasına rağmen, bu tip bir algoritma izlenmekte. İşte bu kitapla bu sıkıntı su yüzüne çıkartılmış. Bunun yanı sıra İranlıların meşhur destan kahramanı Feridun’un Oğuz Kağan olma ihtimali, İrani unsurların tarihi gerçekliği ışığında ciddi şekilde vücut buluyor. Eski çağa ilişkin pek çok tarihi metini inceleyip, hepsini bir araya getirerek yapılan yorum, aynı zamanda benim de Sakalar bahsinde desteklediğim bir teori olan Alp Er Tunga’nın Oğuz Kağan olması ihtimali ve benim herhangi bir tarih kitabında rastlamadığım, ancak bağlantı olma ihtimaline binaen blog sitesi dışındaki bazı tartışmalarda ihtimal verdiğim Bartatua, Alp Er Tunga benzerliği konusunda Osman Karatay’ın da mevcut bir teorisinin olduğunu okumuş olmak kendi adıma sevindirici oldu. Bu noktada mitolojik ögelerin, tarihi gerçeklikler arz etmesi ve toplumların hafızasında gerçekten yaşanmış bir takım olayların destanlaştırılarak günümüze kadar ulaşması karşısında sunulan yazar tespitleri çok ilgi çekici. Kaldı ki Oğuz Kağan’ın fütuhatı ile Bartatua’nın fütuhatının benzeşmesi aynı topraklarda ve geniş bir coğrafyada hüküm sürmeleri, Pers kaynaklarında Kuraş’ın zehirleyerek öldürdüğü ismin, kronolojik dizilime göre Bartatua olması ihtimali, bu olayın Şehname’de bahsedilen Afrasyab’ın başına gelenler ile uyuşması ve aynı zamanda Alp Er Tunga sagusuna benzemesi gibi pek çok olgunun yan yana gelmesi ile belirli noktalarda kesinlik arz eden bir profil çıkarılması mümkün olmakta. İrani medeniyetin, kendisinden önce o bölgede yer aldığı arkeolojik ve tarihi kaynaklarla ispat olunmuş, beyaz ırktan bir topluluğun -ki Osman Karatay, batılıların Türklere atfettiği Mongoloid ırk kuramını reddederek, bu beyaz ırkın Türklerin ataları olabileceğini beyan ediyor- kültürünü ve medeniyetini çaldığını belirtiyor. Bu hususun da tarihi verilerle doğrulandığını ve Hint-Avrupa, Hint-İran tarihçilerinin siyasi yönlendirmeleri ve kültürel bir duvar örme maksadıyla bilinen bir gerçeği ört bas etmekte olduğunu ima ediyor. Ya da en azından benim eserin belirli bir bölümünden anladığım bu diyelim.
Sakalar bahsinde üzerinde durduğum, İskit ismi ve yanlış telaffuzuna Osman Karatay’da değinmiş. Elbette Skuz-Oğuz paralelinde bir değerlendirme yapmak yerine, Saka kelimesinin Türk etimolojisine göre bir açıklamasının olabileceğini belirterek. Bu konuda eserin yazılış tarihi itibariyle, kendisinden sonra yayınlanmış pek çok eser ve burada zikredilen bilgilere dair bir açıklama bulamamamız normal. Özellikle Osman Karatay’ın Zaur Hasanov’un “Çar İskitler” kitabında sunduğu etimoloji hakkındaki fikirlerini çok merak ediyorum. Zira doğru bir tespitle, dilediğiniz takdirde bir uygarlığın ismine ve kökenine dair, her dilin etimolojisine göre bir anlam çıkartabilmek mümkündür demektedir. Bunun dışında Sümerler ile ilgili bahiste, Kengerlerin bir Türk boyu olması hususu üzerinde durmasına karşın, Sümer toplumundaki kozmopolit yapıdan dem vurarak, bu uygarlığın tamamının Türk kültür dairesi içerisinde açıklanmasının mümkün olmadığına dair görüşlerini, yine kitabı yazdığı tarihten sonra çıkan ve daha sonraki baskılarda konuya ilişkin herhangi bir açıklama sunmamış olan yazarın bazı noktaları, Begymrat Gerey, Ünal Mutlu, İlmiye Çığ gibi araştırmacı ve akademisyenlerin eserlerinde ileri sürülen tespitler doğrultusunda yenileyip yenilemeyeceği hususunu da merak ediyorum. Zira Sakalar’ı bir Türk devleti olarak ortaya çıkaran kültürel bağların benzerlerinin Anau ve Mezopotamya kazılarında Sümer-Türk-Türkmen bağı açısından da benzeri nitelikler arz ettiğine ilişkin bir kanaate sahip durumdayım. Elbette Osman Karatay’ın ortada ciddi bir delil yokken Türk tarihini sebepsiz yere M.Ö. 5.000 – 10.000’lere kadar götürmek konusundaki tespitleri ve Kazım Mirşan gibi araştırmacıların sundukları verilere nasıl yaklaştığı konusunda da fikir sahibi olabiliyorsunuz. Karatay, elde var olanın ispatı gerçekleşmeden, üzerinde fazla çalışma yapılmadan, sadece belirli yorum ve tahminlere dayalı olarak tarihi gerçeklik yaratılmaya çalışılması hususunda anlaşılabilir derecede tepkili. Zira yer yer Hint-Avrupalı ve Sami tarihçileri suçladığımız şeyleri bizzat kendimizin de yapıyor oluşu, insanlık tarihine kendi hayal ve yorumlarımız doğrultusunda olmayan bir pencere çizip, oradan gördüklerimizi anlatmaya çalışmamızın yanlış olabileceğini hissettiren ifadeler kullanılıyor. Bu anlamda konusuna gerçek bir bilim adamı olarak yaklaştığını ve bunun takdir edilesi olduğunu belirtmeliyim. En azından, belli başlı konularda daha fazla ve daha ayrıntılı okuma ve araştırma yapmam gerektiği konusunda bana ciddi şekilde ilham vermiş durumda. Buna rağmen, Subarlar ile ilgili yapılan açıklamaları desteklemekle, “Bir bölümü değil, tamamı kendilerine Ki-Enger veya Lu-Kengerra diyen, kendilerini Karabaşlı Budun ilan eden bir topluluğun” sadece bir kısmını Kengerli sayarak Sümerliler ile bir bağ yoktur demenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Zira Sümerliler adı çağımız bilim adamlarının kendilerine verdiği bir ad olup, Kengerliler ile kast ettiğimiz topluluğun Akkad göç ve saldırılarından önce de yüksek bir medeniyet kurmuş olduğu hususunda en azından “Hint-Avrupalı tarihçilerin çalışma ve delillendirme kriterleri” doğrultusunda yeterinden fazla delil olduğunu düşünüyorum. Etrüskler konusunda ise sadece Adile Ayda’nın eserleri veya Osman Karatay’ın bizzat katılmış olduğu sempozyum bildirilerinin doğrultusunda değil, konuyu inceleyen Etrüskologların sürekli etrafında dönüp, keşfetmekten imtina ettiği bağlantılar doğrultusunda da kuvvetli bir Etrüsk-Türk bağının olduğuna inanıyorum. Ancak cümlenin yapısından da belli olduğu üzere, Etrüsklerle ilgili bilimsel gerçekliğin dışında bir inançtan bahsettiğimin de altını çizmeliyim.
İran ile Turan çok donanımlı ve pek çok ibretlik tarihi delille dolu muazzam bir kaynak durumunda. Karatay’ın pek çok yerde sunduğu öneri ve tespitler, yüzünüze hain bir gülümseme bile yerleştirebiliyor. Tarih ile ilgilenen araştırmacı, akademisyen vd. lerinin “bugüne kadar, benim aklıma da gelmeliydi” diyebileceği, “hiç bu açıdan bakmamıştım” tepkisi ile kendi hatalarını kabul etmeye mecbur edici üslubu sebebiyle, özellikle Türk tarihinin hatlarını çizebilmek açısından olmazsa olmaz derecede önemli bir kitap. Bununla birlikte özellikle tarihi meselelerin değerlendirilmesi açısından, tarih araştırmacılarına yeni ufuklar kazandırması sebebiyle de muhakkak kütüphanenizde bulunması gerektiğini düşünüyorum.
Tarih maratonunda eski çağ Türk tarihine genel kaynaklarla devam ediyor olacağım. Bir sonraki incelemede yine bir Osman Karatay kitabı ile karşınızda olacağım. O zamana kadar tarihle ve kitaplarla kalın.



