“Sussss!Ama ben anlatmak istiyorumNeyi?Zifiri!”
Hikayeye dair çok fazla bir şey söylemek istemiyorum, çünkü kurgusu en ufak bir ipucu ile bütün romanı faş edecek durumda. Aslında çok işlenen, bir kurgunun aynı kısır döngü veya sarmal içerisinde ilerleyişi hem edebiyat, hem de beyazperde içinde pek çok seçkin örnek oluşturmuştur. Zifir’de bana sorarsanız bu seçkin örnekler arasında kendisine sağlam bir yer edinebilecek türde bir roman. Yine de bana göre kusursuz olmasını engelleyen yönleri var. Bazı yazarlar anlattıkları hikaye, dönem ve karakterlerin yapısı gereği romana kendi ideolojilerini yansıtabilirler. Bu konuda kendi ideolojisinin karşısında yer alan güruha karşı onulmaz nefret beslese dahi, ehil yazarlar bu nefreti kendi anlatımları yoluyla değil, karakterleri vasıtasıyla aktarırlar. Misal, komünistlerden nefret eden bir yazar, kitabında sağ görüşlü fanatik bir karakter yaratarak sanki bu nefret ona aitmiş gibi davrandığı zaman bu çok fazla göze batmayabilir. Ancak, kitabın yarısından fazladır devam eden bir süreç boyunca küçük imalar hariç, siyasi meselelerden uzak, gerçeküstü hikaye anlatan bir yazarın, romanın arasına bir yere bir ideolojinin temsilcilerini kül olarak katillikle itham eden bir pasaj geçmesi ve bunu herkes tarafından bilinen bir gerçekmiş gibi aktarması romanın bütün o kasvetli ve çekici havasına zarar veriyor. Bunu ideoloji konusundaki saplantılardan sıyrılmış ve hangi ideoloji için yapılırsa yapılsın, aynı derecede eğreti bulacağım dipnotu ile söylediğimi de belirtmeliyim. Her yazarın kendine has bir düşünce dünyası veya ideolojisi olması mümkün, ancak okurlarının hem de “Aziz” okurlarının her zaman kendisiyle aynı şekilde düşünemeyecek durumda olmasını hesaba kattıkları takdirde, kalemlerinin yarattığı döngüyü ya da sarmalı daha çekilebilir hale getirebilirler diye düşünüyorum. Elbette yazarın, “beni sadece benim gibi düşünüp, benim inandıklarıma inananlar okusun” gibi bir temennisi var ise, yukarıda yazılanların tamamı lafügüzaf. Hikayeyle ilgili bilgi vermekten kaçınmakla birlikte, okuduğunuz zaman belki de benimle birlikte aynı fikirde olacağınız bir düşünce olarak; romanın esas oğlanının A’raf’ta kalışının hikayesi diye size özetleyebilirim. Çünkü okurken karşılaşılan imgeler, anlatılan hikayeler ve kurgunun bir sarmal halinde kendi etrafında, kendi içine ve dışına doğru yaptığı hareket ister istemez böyle bir düşünce oluşturuyor.
Yazarın kasvetli ve gerçeküstü olarak nitelendirilebilecek mekanlara ilişkin anlatımı da takdire şayan. Belki de bu yüzden kendinizi tıpkı kitabın kapak tasarımı gibi, kasvetli, zifiri karanlık bir heyulanın içinde hissediyorsunuz. Karakter(ler)in yerine kendinizi koyup, bu kabustan uyanmaya çabaladığınız pek çok bölüm görüyorsunuz. Hatta bu uyanma ritüeli, size kendisini fark ettirmeden, kitabı sürükleyici bir şekilde okumanıza sebep oluyor. Zifir son dönemde okuduğum için memnun olduğum kitaplar arasına girdi. Uzun zamandır bir kitabın kapağını kapattıktan sonra, o kitapla ilgili derin düşüncelere daldığım olmamıştı. Bülent Yıldız size bunu yaptırıyor. Hayatınızın döngüsünü, onun cehennet dediği, benim a’raf olarak kabul ettiğim yer hakkında sizi epey derin düşüncelere sevk ediyor. Kendisiyle hesaplaşmayı sevenlere mutlaka, edebiyatın karanlık yüzünden hoşlananlara kesinlikle tavsiye edeceğim bir kitap Zifir. Aziz Okur’un, Levin’in, Azap’ın hikayesi rahatsız edici bir kasvetle zihninize gölgesini düşürüyor. Bir bakmışsınız her yer zifiri karanlık oluyor. Bir bakmışsınız aynaya kurşunlar yağdırıyorsunuz. Bir bakmışsınız, aslında hiç var olmamışsınız.
Kitaplarla kalın.



