Çevrenizde bu cümleyi muhakkak işitmişsinizdir. Toplumda infial oluşturabilecek olaylar yaşandığında veya bireysel anlamda tecrübe edilen bir usulsüzlük, ahlaksızlık, kanunsuzluk veya çok daha basiti, bir düzensizlikle karşılaşıldığında muhakkak bu lafı eden biriyle karşılaşırsınız.
En keskin örneğiyle karşılaştığımda üniversite yıllarındaydım. İlk celsede beraat ettiğim, hakkımda açılmış bir kamu davası vardı ve her ne hikmetse mahkeme celbini kaldığım yurdun adresini ikamet adresi olarak göstermeme rağmen, oraya değil de fakülteye yollamışlardı. Doğal olarak da tebligat bana bir türlü ulaşmadığı için hakkımda zorla getirme kararı çıkartılmıştı. Beni o gün sınavdan çıkartan polislerin, adliyeye ifade için bana eşlik ederlerken kullandığı yaratıcı cümleyi hiç unutmadım:
“Aslında bir yasa çıkaracaksın, tebligatı bir ay içerisinde kabul etmezse suçu otomatikman kabul etmiş sayılacak.”
Ne kadar zekice değil mi? Hastanede yatıyorsunuz veya yurt dışındasınız veya başka bir olay vuku bulmuş, yanlış adrese tebligat gönderilmiş vesaire. Size bir suç isnat edilmiş, ama tebligatı almadığınız için haberiniz bile yok. İki ay sonra ülkeye dönüyor, hastaneden çıkıyor veya sokakta kendi halinizde yürüyorken, iki polis GBT esnasında sizi yakalıyor ve hiçbir yargılama olmadan doğruca hapse. Masumiyetinizi ispat da edemezsiniz, çünkü aslında bir yasa çıkarıldı ve siz tebligat alamadığınız için o cezayı peşinen kabul ettiniz. Çok yaratıcı. Tam bir hukuk devleti modeli.
İşte insanımız için de genel anlamda yasalarla ilişki bu çocuksu seviyede. “Var ya, aslında bir yasan olacak, hık diyeni vuracaksın.” Bu motivasyonun tanıdık gelmesi lazım. “Aslında bunların birkaçını sallandıracaksın, bak bir daha yapabiliyor mu?” idealinin bir diğer yansıması bu. Yasayı bir düzen sağlama değil, cezalandırma aracı olarak görmenin getirdiği bir arıza.
Yasa herkesin uyması gereken düzeni tanımlar. Ancak bununla sınırlı kalmayarak bu düzene uyulmaması veya düzenin bozulması karşılığındaki yaptırımları da düzenler. Hasılı ne tek başına düzen tesis eder ne de tek başına cezalandırır.
Bu konu hakkında yazmak nereden icap etti? Yakın zamanda genç bir kadın polisimiz, derdest etmeye çalıştığı zanlı tarafından şehit edildi. Bir yuva yıkıldı. Bir aile dağıldı. Ancak sosyal medyada en sık karşılaştığım tepki “Polisimize vur emri veren yasaların eksikliği” hakkındaydı. Argümanlarını haklı göstermek için Amerikan polisinin ateş etme yetkisini de delil gösteriyorlardı. Klasik sosyal medya uğultusu farklı yabancı ülkelerdeki sert polis müdahalelerini paylaşıp bambaşka bir gündem yaratmakla meşguldü.
Yaşananlar çok acı, fakat tepkiler her zaman ki gibi reaksiyonel. Keşke “aslında bir yasa çıkaracaksın” modelinin hukuk devleti sıfatı oturmamış ülkelerde ne kadar tehlikeli bir şey olabileceğini kapsamlı bir şekilde izah edebilsek. Adli vakaların, siyasi iradenin, ideolojinin tekeli altında hakkaniyete aykırı hukuki durumlar oluşturabildiği, yasal gasbın ayyuka çıktığı bir ülkede “aslında bir yasa çıkarmamalı”.
Gerçi toplumun kendi doktorluğunu google’dan bakarak yaptığı, her şeyin cevabının internette muhakkak bulunduğuna yönelik kült algısının da getirdiği bir durum bu. Fakat her şeyi arama motoruna veya sohbet yapay zekasına sorarak yapmaktan imtina etmeyenlerin, internet üzerinden de olsa açıp yasaları okumadığı, yasaların nasıl yorumlanacağı ve nasıl yasalaştırma yapılacağına dair en ufak fikirlerinin bulunmadığı bir ortamda yasa çıkarmanın ne kadar faydalı olacağını da hesaba katmak lazım.
Günümüzde başka ülkelerin uygulamalarına bakıp, “bizde de bundan olsun” demek, bir çocuğun alışveriş esnasında gördüğü vitrinlere tutulmasından farksız Türk toplumu için.
Amerikan polisinin böyle bir ateş etme yetkisi olmasının altında, o polislerin yetkilerini kötüye kullandıklarında onları yargılayabilecek bağımsız bir yargı sistemi ve yasalar bütünü olduğununun yattığını izah edebilsek. Daha da önemlisi, güncel yasama modelimizin bile “yahu dur şu kanundan da biraz koyalım, bir çimçik de şu maddeyi ekleyelim” tarzı torba çekilişlerle yapıldığı bir dönemde, bu yasama ilkelerini benimseyen bir idareye itaat etmek zorunda olan adli kolluğa vur emri verilmesinin sonuçlarını düşünememek bir gaflet mi? Yoksa bile bile lades mi?
Ursula K. Le Guin, Samuel R. Delany gibi yazar ve teorisyenler dilin toplumları derinden etkilemesi hususundan bahsederler[1]. Örneğin Delany’e göre dil sadece olayları aktarma aracı değil, aynı zamanda zamanın kendisini inşa eden bir araçtır. Verdiği eserlerde dilsel Sapir-Whorf hipotezine (dilin düşünceyi ve gerçekliği belirlediği fikrine) göndermeler yaparak, dilin bireylerin dünya algısını nasıl biçimlendirdiğini keşfeder.
Bu bahisten yola çıkarak, dilin bizim düşünce ve gerçekliğimizi nasıl belirlediğine bir bakmak lazım. Torbacı nedir? Uyuşturucu satıcısı için kullanılan bir tabirdir. Tam da bu tabirle anlamsal benzerliğe yaklaşan “torba” yasa gibi bir kavramın yasanın saygınlığını ne hâle getirdiği ortadadır. Evet, kati bir gerçeklik olmasa da dilin kullanımının nelere yol açabileceğini, woke denilen uyanışçı kültürün talep ettiği kelime değişikliklerinde derinden hissediyoruz. Lâkin torba yasalarla ilgili tek mevzu dilin yasanın saygınlığını zedelemesi değil, aynı zamanda uygulamanın garabetidir.
Gelişmiş hukuk devletlerinde “olaya özgü yasama” yapılmaz. Her yeni vakaya istinaden yasa değiştirilmez. Yasal normlar belirlenir ve o yasalara uyulması “sağlanır.” Yasa koyucunun vazifesi, sipariş yetiştirir gibi yasama yapmak yerine toplumun ekseriyeti tarafından okunmuş, idrak edilmiş, bir sabit gibi onun sosyal hayatına yerleşmiş yasalar ihdas etmektir. Yasalara uyulması için üzerine görev düşenin yürütme olduğunu da ayrıca söylemeye gerek yok sanırım.
Eğer yasalara, en ufak hükümlerinden başlayarak uyulmasını sağlayamıyor, toplumun belli kesimlerinin norm dışı yaşamasına müsamaha gösteriliyorsa değil torbadan yasa, şapkadan tavşan çıkartsanız da adaleti tesis edemezsiniz. Bugün kırmızı ışıkta geçmeyi vakayı adiye hâline getirmiş bir halkın, çöp toplamayan belediyelerin, düzensiz, bozuk altyapılı şehirlerin ortasında ufak normlara uyulmadıkça şiddetin daha da artacağını kabul etmek kaçınılmazdır.
Davranış bilimcilerin kırık pencere teorisi[2] daha dikkatle incelenmelidir. Zira basit kabahatlerin görmezden gelindiği bir ülkede, şiddetin ve kanunsuzluğun artmasının kaçınılmazlığı mukadderattan değil, durumun aynı zamanda bilimsel bir olgu olmasındandır. Ülkedeki sanat, spor, edebiyat ve siyasetin içerisinde gerçekleşen norm-kural tanımazlık durumu da açık bir şekilde şiddetin yükselişinde pay sahibidir.
Şiddetin böylesine yükseldiği, her gün cinnet getiren insanların haberlerinin servis edildiği, kadına, çocuğa şiddet, doğaya saldırının olduğu bir ortamda, şiddeti daha körükleyecek tedbirlerin yasalaştırılmasını talep etmek şiddetin başka bir veçhesini yaşamamıza sebep olur. Mesleklerinin zorluğu bir yana, ideolojik baskılara da göğüs germeye çalışan veya çoktan baskılara teslim olmuş polis memurlarına geniş bir silahla karşılık verme yetkisi tanınması zaten bu konuda pek de iyi bir karnesi olmayan ülkemizde polis şiddetinin yasallaştırılması anlamına gelecektir.
Bir yasa çıkacak, dertler bitecek mevzusu bir kahvehane muhabbeti olarak görülse de tehlikelidir. “Ne var insanlar yasalarla ilgili fikrini dile getirmesin mi? Belki onun da görgüsü bu kadardır, ne olacak yani” denilip geçilecek basitlikte bir durumda da değiliz. Toplumun infialine, tepkilerine yeni yasama fırsatı olarak bakan, torbadan çıkardıkları bazı yasaların sorumluluğunu halkın omuzlarına yıkan bir siyasi iradenin varlığı hâlinde bu, intiharla eşdeğerdir.
Şükür ki bizde öyle bir irade yok… diyebiliyorsak bunca laf zaten boşunadır.
Aslında bir yasa çıkarırız, olur biter.
[1] Samuel R. Delany bilim kurgu ve fantezi edebiyatında dilin rolüne dair derinlemesine incelemeleriyle tanınan bir yazardır. Eserlerinde dilin toplumsal yapıların oluşumundaki gücünü, anlamın değişkenliğini ve bireyin dili nasıl deneyimlediğini araştırır.
[2] Teori, küçük ihlallerin hoşgörüyle karşılandığı, ihmal edildiği veya kontrol altına alınmadığı bir ortamda daha ciddi suçların meydana gelmesinin daha olası olduğunu öne sürer. Teoriyle ilgili daha kapsamlı bilgiyi Sarı Öküzü Kaptırmak başlıklı yazıda bulabilirsiniz.