BÜŞRA: Bilişsel Üretimin Şaşalı Rotalara Adaptasyonu

Sinema sitelerine inceleme yazıları gönderdiğim bir dönemde “Bir Kitap İzleyelim mi?” başlıklı bir yazı kaleme aldığımı hatırlıyorum. On altı yıl önceydi ve matbu eserlerin sinema filmlerinin konusu olması yeni bir şey olmasa da yazının yayınlandığı tarihlerde sinema endüstrisinin senaryo sıkıntısını çözmek için kitaplara geçmişe oranla daha fazla başvurduğu, edebi kurguların sinema senaryoları için sanki yeni keşfedilmiş lezzetli bir başvuru noktası olduğu dönemlerdi. Çok satan yazarların eserleri veya klasikler pek çok defa beyazperdede kendisine yer bulsa da çoğunlukla zihnindeki imgelere karşılık bulamadığı için öfkeli okurlar ve kitabını okumadan hikâyesini seven izleyicilerin arasında gidilip geliniyordu.

Sinemada kitap uyarlamaları başarılı pek az örneği olmasına rağmen yapımcılar, yönetmenler ve tembel senaristler tarafından hâlen en çok başvurulan yöntemlerden biri. Bununla birlikte özellikle dijital platformların hayatımıza girmesiyle tüketimi süratlenen bir diğer şey de diziler hâline gelmeye başladı. Fakat muhtemelen üretimin, artan nüfusla orantılı olması gerektiğini düşündüklerinden olsa gerek dizilerde ciddi bir patlama yaşandı. Gerçi burada dizi sayılarını artıran en önemli iticilerden birinin de birbiri ardına ortaya çıkan dijital platformların rekabeti olduğu yadsınmamalı.

Beyazperdenin sadece evlere asılan bir nesneye dönüşmesi için ant içmiş dijital platformların bilişsel üretimi tüketmeye yönelik rekabet odaklı bakış açısı ve tavrının rolünden bahsediyorum. Tarım toplumuna geçişinden itibaren daha hızlı bir nüfus artışı ve tüketemeyeceğinden çoğunu üretmeye odaklanmış insanlığın günün birinde bunu sanat dallarına yapmaya kalkışacağı muhtemelen kimsenin aklına gelmiyordu. Dijital platformların birbirleri arasındaki rekabetin özenilmiş daha seçkin yapımlar olarak tüketiciye dönmesi gerekirken, ne yazık ki her bir platform kendi münhasırlığını oluşturabilmek adına izleyiciyi dizi, film, belgesel, animasyon, çizgi film ayırmaksızın yapıma boğdular. Çünkü satış odaklı tüketim çılgınlığından bilişsel üretim nesnelerinin, edebiyat, sanat ve müziğin kaçabilmesi o kadar da mümkün değildi.

Peki, bunların şu anki yazının konusuyla ilgisi var mı? Belki başlık size biraz ipucu vermiş olabilir. Son dönemde Netflix’teki yerli yapımlar arasında bir numara olan Kübra dizisi ve o dizinin senaryosunu borçlu olduğu Afşin Kum’un romanı Kübra’dan bahsedebilmek için bir girizgaha ihtiyacım vardı.

Öncelikle içinde bir yapay zekâ bahsi bulunduğu için romanın bilimkurgu edebiyatı içerisinde değerlendirilişi bir önyargıdan ibaret. Aynı bakışla dizinin de yakın dönem dijital platformlarını ele geçirmiş bilimkurgu ögeleri içeren distopyalarla bir tutulması hatalı bir değerlendirme olur. Afşin Kum yazınında bilimkurgu ögeleri kullanıyor, teknik tanımlara aşinalığını da okura hissettiriyor, ancak hem Sıcak Kafa da hem de romanının ardılı olan Kırk Üçteki Korkunç Traktör Yağmuru adlı öykü kitabındaki öykülerde tekrar eden bir örüntü ve bu örüntüye eşlik ederken algılanmakta zorlanılan olay örgüsü tipik bilimkurgu anlatısının dışında kendisine yer buluyor. Fakat asıl derdinin asla yapay zekanın kazandığı otonomi veya bilimkurgu eserlerindeki gibi varsayımsal dünyayı anlatmak olmadığı fikrindeyim. Sıcak Kafa’da ve öykülerinde de sessiz bir direniş var. Yazarın kendi dünyasında konumlandırdığı toplumsal vasatlara yöneltilmiş bir tepki olduğunu düşünüyorum. Çoğunlukla dilin kullanımı üzerinden başlayıp, dinin özellikle ideolojik ve içtimai tarafının yanıltıcılığına uzanan, kimi zaman çok uzaktan, kimi zamansa çok içten değerlendirmeler barındıran bir tepki. İşte bu felsefi sorgulama ve sessiz tepki bence yazarın üslubunun en önemli tarafı.

Yazar her üç kitabında da aslında okurların gözü önünde var olan, gerçekliklerini tahmin edebildikleri fakat görmezden geldikleri olguların üzerinde kurgusunu inşa ediyor. Örneğin yapay zekanın medeniyetimize neler yapabileceği üzerine türlü yazı, çizim, video, dizi, film görmüş olmamıza rağmen Kübra bu basit gerçeği kurgu içerisinde gösterirken, algı ve anlam noktasında hem okurunu hem de izleyicisini şaşırtmayı başarıyor. Yeni olmayan, çoktan var olmuş ama bilerek ya da bilmeyerek görmezden gelinmiş bir tehdidin gerçekleşme ihtimalinin mümkünâtını, sandığımızdan çok daha yakında olabileceğini gösteriyor. Ki aslında yazanlarla yazarı ayıran önemli başlıklardan birisi budur. Kendi biricikliği ve anlaşılmazlığına fazla odaklanmış yazarlar hariç, yazma eyleminin temel maksadı okunmaktır. Afşin Kum’un bu anlamdaki başarısını sektörün liderlerinden bir dijital platformun onun kurgularına gösterdiği ilgide aramamız gerek.

Önemli çünkü diziyi izlerken Kübra romanındaki çelişkiler ve sorguların ekrana yansıtılmasında geri kalındığını görebiliyoruz. Dizi Netflix Türkiye tarafından yapılmış, çoğu aynı anlamsız senaryo örgüsünü tekrar eden yapımın yanında muhakkak ki farklı özellikleriyle sıyrılıyor. Romanla dizinin arasında karakter inşasından olguların ilerleyişine ciddi farklılıklar mevcut. Hatta bir uyarlama olarak sadece kurgu ve karakter iskeletinin kullanıldığı söylenilebilir. Yapay zekâ vasıtasıyla ermiş birinin başına gelenlerin farklı yorumlanması gibi daha çok. Bu anlamda hem okur hem izleyici olmak farklı, keyifli bir deneyim kazandırıyor Kübra özelinde. Burada ayrı ayrı kitabın ve dizinin kritiğini yapma maksadım olmadığı için hangisinin bu konuda başarılı olup olmadığını tartışmayacağım. Fakat kitabın diziye adaptasyonu esnasında özellikle ana karakterin inşasında romanın ilk altmış sayfalık bölümündeki bazı hususlar dizide yeterince vurgulanmadığı için, olay örgüsünün ilerleyen bölümlerindeki bazı sahneler, arka planlar izleyiciye anlamsız gelebiliyor. Örneğin halı sahanın Gökhan karakterinin hayatında işgal ettiği yer ve bunun sebepleri gibi. Dolayısıyla Kübra, dizisini izlemeden önce kitabını okuduğunuzda elinizi kuvvetlendirip, şaşalı rotaya adaptasyon esnasında boşlukları doldurma şansını size veren o eserlerden.

Kitap uyarlamalarının genel sorunlarından biri her zaman bu olmuştur. Okurun kafasındaki dünyanın eksik veya hatalı inşası. İşte tam da bu sebepten kitap uyarlaması dizi ve filmlerin ayrı birer yapıt olduğunu düşünerek tecrübe etmek her zaman daha iyidir. Fakat burada bahsettiğim sorun, adaptasyon esnasında, önemsiz bulunduğu veya reyting getirmeyeceği endişesiyle makaslandığını düşündüren bölümler. İki buçuk dakikalık sahneyle kotarılabilecek olduğunu da düşünmüyor değilim. Nasıl ki Kübra yani Knowledge Unit Based Reasoning Automaton (KUBRA) Türkçesiyle ‘bilgi birimi tabanlı muhakeme otomatı’ bilgiyi işleyip biriktiriyorsa, dizi yapılırken de bir diğer yapay zekâ Büşra’nın yani Bilişsel Üretimin Şaşalı Rotalara Adaptasyonu kurallarının devreye girmesini arzu ediyor insan. Elbette böyle bir kural bütünü yok. Yazarlık hakkıma dayanarak, biraz da kitap ve diziyle bağlam oluşturmak için uydurdum. Yazın bilişsel bir üretim faaliyeti ve onun dizi, film gibi şaşalı rotalara uyarlanması esnasında makaslamalarda bile dikkatli olmak lazım.

Halı saha örneği benim için mühim (tek örnek de değil ancak fazla sürpriz bozan olmaması için gayret gösteriyorum), zira kitabı okumadan diziyi izleyen pek çok izleyicinin halı sahayı, sembolize ettiği şeyi Gökhan’ın yolculuğuna dair detayları bilmeden anlamlandırabilmesi zor. Elbette dizinin yapımcısı Taylan Biraderler burada karaktere başka felsefi göndermelerle dolu bir dünya vermek için karakterimizi inzivaya çekiyor, onu canlandıran oyuncunun oyunculuk başarısı nezdinde, kılığı ve görünümüyle dahi izleyiciye mesaj vermeyi başarabiliyor. Özellikle romanda okuru bazen çok hızlı bazense beklenenden yavaş ilerleten kurgunun önemli bir parçası olan KUBRA fenomenini dizinin son bölümüne saklamak bu anlamda yapımcılar nezdinde bir anlatıcı başarısı. Böylece kitap ve dizi arasında kurgunun ilerleyişi ve olay örgüsünün açılışı anlamında da esaslı bir farklılık olduğunu görüyorsunuz. Peki, ya farkındalık? Afşin Kum’un kalemine yansıyan ve okuruyla paylaşmaya çalıştığı farkındalık, işte tam da bu noktada izleyici beğenilerinin şekillendirdiği sektör sebebiyle erozyona uğruyor.

Tanımladığım bu aşınma beraberinde özellikle edebiyat dünyasında başka tartışmaları beraberinde getiriyor. Bunların en önemlisi de yazarların artık dizi sektörüne eser üretebilmek için, tabir-i caizse dijital platform enflasyonu neticesinde fazla ama kalitesiz ürün yaratmak için yazdığı tartışması. Edebiyat bilirkişileri, dizi patlamasının ve orantılı kalite düşüklüğünün yazarların edebi dünyasına da yansıyacağını ima ediyor. Ben konuya iki farklı taraftan da bakarak karar verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Örneğin en çabuk es geçilen meselenin oyun yazarlığı mefhumu olduğunu düşünüyorum. Her nasılsa tartışmalarda bu unsur hep göz ardı ediliyor. İngiliz edebiyatının en büyük yazarlarından kabul edilen Shakespeare bir oyun yazarıdır. Hakeza dünya edebiyatına Ulysses’le damgasını vurmuş James Joyce’un yazdığı oyunları görmezden gelmek isteriz. Burada tiyatro ile dizinin ayrı mefhumlar olduğu düşünülerek itirazların geleceğini bilsem de şahsen bir metamorfoz dışında değişiklik olmadığını düşünüyorum. Oyun yazarlığından senaryo yazarlığına geçişte aralarındaki silsileyi atlamak kolaycı bir yaklaşımdır. Bakış açımızı bu pencereye çevirdiğimizde bir yazarın, diziye çevrilmek üzere üretmesinde sakınca olmamalı.

Öte yandan kastedileni de görmezden gelemeyiz. Afşin Kum’un iki romanının da dünya çapında bir dijital platform tarafından diziye uyarlanması elbette ki yazarların yazma pratiklerini etkilemelidir. Zira seansa gelen danışanlarını suiistimal etmeden de görsel etkileşimin gücü sebebiyle daha geniş bir kitleye seslenme ihtimalinin olması yazarların iştahını haklı olarak kabartmalıdır. Sanırım genel endişe yazarların, tüketime göbekten bağlı dizi endüstrisine katkı sağlayabilmek için edebi kaliteyi eskisi kadar önemsemeyecek olması. Açıkçası endişenin kaynağını da tam anlayabilmiş değilim. Fakat bir romanla bir senaryonun arasında kati farklar olduğunu unutmamak gerekir. Bir yazarın olay örgüsü ve kurgusunu dizi yapılmak üzere satmaya çalıştığı bir ortam söz konusuysa, yazılan veya yazılacak romanın da o romandan yapılacak adaptasyonun da okur ve/veya izleyicide bulacağı karşılık başka olacaktır. Velev ki yazarlar dizi senaristliğine soyunsunlar yahut daha kolaya kaçıp senaristlere yazılacak fikirler satmaya odaklansınlar, ne çıkar? Zira olay örgüsü ve kurgunun yazılmadan satılması, satanı yazar yapmayacağı gibi bir “oyun” mantalitesiyle roman yazanların da yazarlığı bu açıdan değerlendirilecektir.

Bugün Kübra dizisinin Türkiye’de gördüğü ilginin temelinde, Afşin Kum’un yazdığı romanın alan açtığı sorgulamalar, teknoloji karşısındaki insanın durumu ve bu durumu kendi vasatını sürdürmek veya vasatını aşmak için kullanıp kullanamayacağı düşüncesinin başarılı bir şekilde aktarılması olduğunun kabulü gerekir. Kitapların, son dönem ürünlerinin çoğu tüketilip unutulan bir sektöre kurban olduğundan bu kadar endişe edilen bir memlekette okuma oranlarının yıllara sâri durumunu görmek bile toplumsal çelişkiyi göstermiyor mu? Elbette buna rağmen kaliteli olanı istemenin yanlış bir tarafı yok. Ancak özellikle yazma mesaisi içerisindeki çoğu şahsın öncelikle okunmak istedikleri için yazdıklarını yayınladıkları gerçeğini kabul etmeleri şart. Böylece daha geniş kitleye ulaşma başarısı gösteren eserlerdeki asıl sorunun yazar değil, toplumun taleplerinin kendisi olduğunu anlayabilecekler. Mamafih bu kabaca, “Toplum bunu istiyor, ne yapalım,” çıkışı değildir. Toplumun ötekini neden istemediğini veya istemesini nasıl sağlayacağını bilmek de yazarları yazanlardan ayıran önemli bir kıstastır. Bilinçli anlaşılmama talepleri istisna olmak kaydıyla.

Edebiyatı bir anlaşılmazlar mezarlığına çevirmektense daha fazla kitabın senaryoya adaptasyonunu görmeyi yeğlerim. Hiç değilse sürekli “izleyen” bir topluma izlediğinin yazılmış, yayınlanmış müstakil bir kitaptan, ezcümle metinden uyarlandığının hatırlatılması; yoktan canlandığına inandıkları karakterlerin, harflerden, kelimelerden, cümlelerden neşet ettiğinin anlatılması, koyunun olmadığı yerde keçilerin Abdurrahman Çelebi olmak zorunda kalmayacağı yeni bir evreye yolculuk etmemizi de sağlayacaktır.

 

 

 

 

  • Şiraze Derginin Mart-Nisan 2024 sayısında yayımlanmıştır.

 

 

 

En Çok Okunanlar

Diğer Başlıklar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz