Huzurum Kalmadı

Bizim evde bangır bangır Ferdi Tayfur çalmıyor. Fakat yine de büsbütün bir huzursuzlukla sarılı etraf. Sanki o titreyen genizden yükselen ses, iç kulağıma yerleştirilmiş büyük hoparlörlerle veya Demokles’in megafonuyla beynimin içinde zangır zangır titriyor. Kimi görsem huzuru kalmamış. Bir parça dahi kalmadı mı? Diye sorduklarım olumsuz anlamda sallıyor kafasını. Ben de kafamı sallıyorum. Olur ya östaki borusundan aşağı kayıp da düşer gider hoparlörler diye.

İşime gelmiyor bu durum. Zira herkesin bir tatlı huzur alma isteğini tatmin etmek için Kalamış turu düzenleyen seyahat şirketlerinin döviz kurunun düşüklüğünden şikâyet ettiği dönemlerde de huzursuzdum. Yazabildiğim zamanlarda ve şimdi olduğu gibi yazamadığıma inandığım lahzalarda da hep huzursuzdum. Yazabildiğim için ve yazamadığım için de huzursuzdum. Bildiğim, bildiğime inandığım, okuduğum, okuduğuma inandığım, okumaya tövbe ettiğim, yazmayı günah bellediğim küçük an parçalarında da huzursuzdum. O küçük parçacıklara “ancık” diyelim mi diye yazım tavsiyesi kisvesi altında teklif sunan editörler de huzurumu kaçırırdı. Fakat şimdi ki pek bir kötü.

Neden kötü olduğunu anlatmayı istiyorum. Ancak yazdıklarımın öyküyle deneme arasında hangisi olduğuna karar verilemeyen metinler olmasından bahisle fazla serbest olduğunu söyleyen yayıncılar beni korkutuyor. Zira yazılmış her metin bir şey anlatmak maksadında diye inandım hep. Bu okuduğunuz bir öykü değil, ama benim öyküm. Okuduğunuz bir deneme de değil ama okurları denediğimi de gizleyecek değilim. Anlatı anlatmaktan geliyorsa yazdığımız her şeye yazıntı deyip geçemez miyiz? Belki bir miktar huzur bulurum. Lâkin şu an konuyu dağıtan cümleler huzursuzluğumun asıl sebebini anlayasınız diye var edildiler. Sadece yazılmadılar, evet, var edildiler. Çünkü huzursuz olmamın asıl sebebi anlatmak istememdi. Fakat şimdi ki pek bir kötü.

Her hafta değişen Halk Pazarı tarifesi huzursuz ediyor beni. Fiyatlar diyorum, fiyatlar beni delirtiyor. Bir hafta evvel kilosu otuz beş lira dedikleri çileği pahalı diye almayışımın pişmanlığını yaşamak beni huzursuz ediyor. Bir haftada nasıl kırk lira olduğunu anlamak ya da anlayamamak mahvediyor beni. Liradan atılmış sıfırların bir köşe kahvesinde oturup çaylarını höpürdeterek içtiklerini görüyorum rüyalarımda. “Aramıza yeni biri gelecekmiş” diyorlar. Yeni bir sıfır! Sahi tam zamanı değil mi şimdi bir sıfır daha atmanın? Böylece dolar anında bir lira seksen beş kuruşa düşer ve bizler de acınası hayatlarımıza devam ederiz. Çileğin kilosu da üç buçuk liraya düşer. Çilek önemli. Huzur duymak için çok önemli. Konya çileği hele ısırık aldığınız o ancıkta tüm huzursuzluğunuzu alıp götürmez miydi? Fakat şimdi ki çilekler de pek bir kötü.

Huzursuzum çünkü zengin demesek de iyi bir işte çalışan, köleliğin karalığından “ALO” ile yıkanmış yakalarının ışıl ışıl beyazlığına sığınan birinin lüks dertlerine sahibim. Fransa’da benzinle mazota gelen zammı kınayacak kadar duyarsızım. Binbir borç altına girip ödeyerek aldığım arabama ne zaman mazot doldurmak istesem, minicik tekerleri olan bir taksinin taksimetresi kadar hızla yükselen pompadaki rakamlara bakmak zorunda kaldığım için daha da huzursuzum. Hele her mazot alışımın gecesi indirime girip, ertesi hafta depoyu doldurmak istediğimde indirilenin iki katı bindirilen zamları görmeye alışmak zorunda kaldığım için huzursuzum.

Edebiyatı siyasete hem terk hem yem edip, muhalefet partilerinin iktidar partilerinin kasnağı gibi insanların başına örtü geçirip çıkarmakla seçmen tatmin etmesinden huzursuzum. Muhtarların yanına özel kalem müdürleri atayarak işsizliği bitirme fikrini neden daha önce düşünemediğim için huzursuzum. Zira ilk ben düşünsem, tekrar tekrar hatırlayıp buna çok gülerdim. Derdi dağları aşmışların, düz yolda yürüyen kadınların kalçalarındaki titreyişle meşgul olması benim de zihnimi meşgul ediyor. Düz yolda öldürülen kadınların esamisinin sarp dağlardaki kayaların altına gömülmesinden huzursuzum. İki çocuk eğitmek ve okutmaktan da huzursuzum. Her idare değişikliğinde şirazesi kayıp duran eğitim sisteminin, sürekli değişip duran üç harfli sınav sistemlerinin, bir gün içimize kaçanı çıkartmak için bizi üflemek zorunda kalacak cinci hocalara kendimizi elletmek zorunda kalışımızın endişesi huzur bırakmadı bende.

Bu sadece benim öyküm mü? Yoksa yalnızca beni mi deniyorlar? Huzurunuz kaldı mı sahiden? Sizin orada çileğin kilosu kaç lira? Her gün bunları konuşmak zorunda bırakıldığınız için mi huzursuzsunuz benim gibi? Aranızda hiç ördek tüyleri hakkında çalışmak isteyen yok mu? Siz de zamanın birinde siyasete bulaşmak istemeyenleri sindirmek için “sevdiğiniz ne varsa mahvedecekler” sözüne inandınız mı? Belki tüm huzursuzluğunuza rağmen Andy Dufresne gibi kendinizi bu zorbalıktan müteşekkil büyük odaya kitleyip tüm insanlara opera dinletmek isterdiniz. Ben isterdim. Kapkaranlık bir hücrede zihnimde sürekli çalacak bir müziğe tutunup şu kara günleri atlatmayı isterdim. Fakat ne var biliyor musunuz?

Huzurum kalmadı!

 

 

  • Porsuk Kültür Aralık 2022 sayısında yayımlanmıştır.

 

En Çok Okunanlar

Diğer Başlıklar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz