Morgue Sokağı Cinayetleri ise saçma görülebilecek bir cinayeti çok zekice dokunuşlarla hayret verici bir hale getirmek konusunda yazarın ustalığını gösteriyor. Zaten çok meşhur olan bu öyküsünü okuduğunuz zaman, Poe’nun neden çağının çok ilerisinde kurgular yazdığına dair, olumlu ve olumsuz pek çok eleştiriye maruz kaldığını anlayabiliyorsunuz. Ayrıca, bu öyküde tanıştığımız, -Conan Doyle’un Sherlock Holmes’u yaratırken esinlendiğini saklamadığı- Auguste Dupin karakteri modern dünyanın, zeki dedektifler ve girift polisiye kurgu ile tanışması açısından çok önemli bir basamaktır. Elbette Holmes karakteri Dupin ile pek çok noktada ayrışmaktadır. Örneğin Dupin’deki olaylara metafiziksel olarak bakan açı, Holmes’da daha bilimsel bir çehreye bürünmektedir. Holmes etrafındaki nesnelere odaklanarak ve tetkik ederek kafasında bir davayı somut hale getirirken, Dupin düşünce okuyarak, tahminde bulunarak daha soyut araçlar kullanmayı tercih eder. Buna karşın, Dupin’in maceralarını okurken aklınıza kaçınılmaz bir şekilde Sherlock Holmes gelmektedir. Başka bir öyküye geçersek Kara Kedi adlı öyküde, insanlıktan caniliğe giden yolun kronolojik bir haritasını çıkararak; bugün iyi değerlere sahip olduğuna ve raydan hiç çıkmadan yaşam denen bu yolculuğu huzurlu bir şekilde nihayete erdireceğine inanan, güven dolu insanlığa “dur” demekte ve onların önüne değil, üstlerine duvar örmektedir. Zamanımızın en ilgi çeken dizilerinden biri olan “Following”in senaryosuna kadar sızan Edgar Allan Poe Kızıl Ölümün Maskesi ile selamlamaktadır, kendisini gücünün kapıları ardına kitleyenleri. Kitap boyunca bir tek Maelzel’in Satranç Oyuncusu için çekince koyuyorum. Kanaatimce final için daha güzel bir öykü seçilebilirdi. Zira epey uzun süren girizgahı ile öyküye tutunmakta zaman zaman zorlandığımı itiraf edebilirim. Son öykü dışında bütün öykülerden inanılmaz tat aldığımı bu ifadelerle az çok anlamış olmalısınız. Yekten bütün öykülerle ilgili söylenebilecek en önemli şey ise bütün öykülerin Poe’nun zekasının netliğini ve anlatıcılığının canlılığını yansıtıyor olmaları.
Kitaba seçilen öyküler, Edgar Allan Poe’nun en bilinen öyküleri olmalarının yanında, aynı zamanda okuyucuyu çeşitli ortamlar içerisinde inanılmaz maceralara sürükleyebilecek şekilde seçilmiş olduğunu belli ediyor. Öykülerinin tamamında aynı yolu izlemese de büyük çoğunluğunda, okuyucuyu gerdiği, terlettiği, düşündürdüğü ve getirdiği sonda okuyucuyu kendi hayal gücüyle baş başa bıraktığı, ilk izlenimde yarım kalmış gibi algılanabilecek; ancak tamamlanması öykünün bünyesine hakaret teşkil edebilecek harikalar vücuda getirmiş olması bile Poe’nun ne kadar büyük bir yazar olduğunu göstermektedir. Yazarlığı ve şairliğinin görkemine rağmen, ne yazık ki Poe’nun yaşamı kalemi kadar görkemli ve heyecan verici olamamıştır. Trajik ve kısa hayatına tam bir romanı sığdıracak kadar bile zamanı bulamayan Poe’nun günümüzde Amerikan edebiyatının en seçkin yazarlarından biri olarak görüldüğü günümüzle, epeyce eleştirildiği ve hatta Amerikalı pek çok meslektaşı tarafından aşağılandığı, buna karşın Avrupalı meslektaşları tarafından hayran olunan geçmişi arasındaki fark da tıpkı kaleminin görkemi ile yaşamının sefaleti arasındaki uçurumu andırmaktadır. Yazarın büyük farklılıklar içeren geçmişi ve geleceği, hayalleri ve gerçekleri belki de onu Edgar Allan Poe yapan yegane unsurdur. Korku, gerilim, dedektiflik öyküleri sevip de Edgar Allan Poe ile tanışmamış okuyucunun eksik kalacağına inanmaktayım. Can Yayınlarının yeni yayınlamış olduğu ve pek özenli bir şekilde hazırlanmış olan Poe’nun seçme öyküleri kesinlikle kendisiyle tanışmanız, eğer çok önceden beri tanışıyorsanız, kendisi ile ilgili okuma hafızanızı tazelemeniz için inanılmaz bir fırsat. O yüzden muhakkak temin etmenizi ve okumanızı tavsiye ediyorum.
Sizlere kitaplarla kalın demek yerine, Poe’nun muazzam şiirlerinden birinin son dizeleri ile tekrar buluşmak dileğiyle diyorum;
“Bir düşün içinde bir düş mü?
Gördüğümüz ve göründüğümüz”



