Sinema tarihi eşine benzerine rastlanmayan sayılı filmle süslenmiştir. Öyle ki bu tip yapıtlar insanı her yönüyle içine çeker ve seyirciyi defalarca kendisini izlemeye iter. İşte 1999 yılı da bu tip bir yapıtın hayatımıza girdiği ve birçoğumuzun algı sistemini allak bullak ettiği Matrix filmini bizlere sunmuştu.
İzleyen seyircilerin çoğunun zihninde içten içe kuşkulandığı, özellikle son zamanlarda gittikçe artan izleniyor muyuz paranoyasını en kuvvetli şekilde tetikleyen ve bir filmin senaryosunun gerçek olabileceğini dahi izleyicisine düşündüren bir yapıttı Matrix. Birçok insan anlamak için ikinci kez hatta bazıları sayısız kez izledi. Çünkü ilk filmde o kadar yoğun ve iç içe girmiş bir felsefi altyapı vardı ki, insanlar bir kere izlemeyle bu gizli mesajların altından kalkamadılar.
Peki, Matrix nedir?
Matrix kelimesinin sözlük anlamı bir düzlem üzerinde sıralanmış işaret, sayı ve figürlere denir -filmin görsel teması haline gelen kayan yazılar temel bir matrix örneğidir- ki bu anlamından başka Latince de rahim anlamına gelir. İşte bu ikincil anlamıyla da yapay zekânın rahmine yapılan göndermede filmden önce seyircinin bilinçaltına sokulur.
Filmin alt yapısında yatan felsefi bağları çözmenin, film boyu akıp giden görsel efektlere odaklanan izleyici için zor olduğu düşünülmüş ki, daha sonra Matrix Felsefesi diye bir kitapla filmde ki tüm edebi, retorik ve felsefi vurgulamalar seyircinin gözleri önüne serildi.
Matrix filmine gelmeden önce, matrix’in ait olduğu dünyayı ve felsefeyi ortaya çıkaran ve Matrix kavramının fikir babası William Gibson’ı anmak gerekir. William Gibson henüz internet ve sanal dünya kavramlarının olmadığı 1980’li yıllarda “siber uzay” kavramını ortaya atmış ve bugün Matrix ve örneği birçok filme, kitaba hatta teknolojik gelişmelere yön vermiştir. Siber uzay kavramı Gibson’ın 1984 yılında yazdığı Neuromancer isimli kitapla ortaya çıkmıştır. Bu kitapla birlikte henüz ortada olmayan sibernetik bir dünyanın resmini çizmiştir. Cyberpunk türünün yaratıcısı olan Gibson’ın bu kitabı aynı zamanda bu türün de manifestosu kabul edilir. Bunlardan bahsediyoruz çünkü Matrix’te siber uzay kavramlarını işleyen Cyberpunk türünden bir filmdir. Hatta Wachowski kardeşler röportajlarının bazılarında Gibson’dan etkilendiklerini belirtmişlerdir. Peki, bu etkilenmenin düzeyi nedir? Nasıl oluşmuştur?
1999 yılına kadar Wachowski kardeşlerin adını kimse işitmemişti. Uzunca bir süre çizgi roman kitapları üzerinde çalışırken Matrix üçlemesi için fikirlerinin bir araya gelmeye başladığını belirtir iki kardeş. Fakat ilk filmleri 96 yapımı Bound olur. Ortalamanın üzerinde bir filmdir ve artık sıra Matrix’i çekmeye gelmiştir. Wachowski kardeşler uzun süre yapımcı bulamamaktan şikâyet ederler. Bununla birlikte Joel Silver ile birlikte filmin yapımcılığını da üstlenerek 90’lı yılların son dönemecinde sinemaseverlere bir kült armağan ederler. Fakat Matrix’i bir üçleme olarak düşündüklerini “2001’den sonra” her fırsatta dile getiren ikili 2003 yılına kadar üçlemenin devamını getiremezler. Bu sırada başrolde yer alan Keanu Reeves’in anlaşmasıyla ilgili bir takım sorunları yüzünden filmin üçüncü filmi de ikinci filmle birlikte çekilmiş ve altı ay arayla seyirciyi iki kez hüsrana uğratmıştır.
Film ile ilgili memnuniyetsizlik Wachowskilerin her seferinde başından beri üçleme olarak hayal ettiklerini söyledikleri serinin ikinci ve üçüncü filminde basit temalar ve göndermeler dışında ilk filmdeki yoğunluğun olmamasıdır. Hatta son iki filmde bazı sahneler neredeyse Japon animeleri izliyormuş hissi uyandırmış şaşaalı ve çok pahalı aksiyon sahnelerine rağmen seyircinin ağzında ilk filmin tadını bir türlü bırakamamıştır. İlk filmdeki karmaşıklıktan çözüme giden senaryo ağı ikinci filmde çözümlenmişlikten karmaşaya, üçüncüsünde ise karmaşadan kördüğüme kadar varmıştır. Sorulara bir yenisini daha ekleyerek devam edelim. Madem bu film baştan beri bir üçleme olarak düşünüldü neden son iki film, kült kabul edilen ilk filmden bu kadar bihaber durumdaydı?
Özgünlük nedir?
Yalnız kendine has bir nitelik taşıyan, orijinalliği olan şey özgündür. Hâlbuki Matrix’in özellikle ilk filmi yoğun edebi ve felsefi göndermelere ve hatta kırpılmış fikirlere sahiptir. Örnekleyelim; Sanal dünyadan gerçekliğe uyanmış aydın insanların kullandığı geminin ismi Tevrat’ta bahsedilen Babil kralı Nebukadnezzar’dır. Bu kralın Tevrat’a konu oluş sebebi de gördüğü rüyayı kâhinlere yorumlatmak istemesidir. Morpheus ismi Yunan mitlerinde Uyku tanrısı Hipnos’un oğlu olarak geçer. Film boyunca defalarca duyduğumuz The One kelimesi İsevi teolojide seçilmiş kişi demek olup, Neo da One kelimesinin basit bir anagramıdır. İnsanların doğmadığı yetiştirildiği bir yer olarak tanımlanan Matrix’in de Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya adlı kitabında ki (1932) insanların laboratuarda üretilmesi fikrine pek yabancı olmadığı da aşikâr. Zaten film boyunca Alice Harikalar Diyarına yapılan göndermeler bizzat seyircinin gözüne sokulurken, bunun yanında Oz büyücüsüne yapılan göndermeler de var. Örneğin, Neo nun ajanlardan kaçarken Tank’a Bay büyücü beni buradan çıkar diyerek kendisini matrix ten kurtarmasını istemesi ile Dorothy’nin düş dünyasından gerçek dünyaya dönmek için Oz büyücüsünden yardım istemesi arasında ki benzerlik gibi.
Bu arada bir nefes alıp duralım. Şimdi Matrix serisinin dördüncü filmi çekilse ve filmde yeni Yapay Zekanın,(üçüncü filmde matrix yeniden inşa edildiği için yeni bir yapay zeka devreye girmişti) sistemi dünya saatine göre her gece 12 de kapattığı düşünülse ve kaçak yayın yapıp kendi benlik resmini oluşturarak bu yapay zekâya bağlanan, başka bir insan tam o saatte sistemde kalıcı bir iz bırakarak çıkmayı başarsa ve YZ(Yapay Zeka) bu izi takip ederek şahsı bulsa, bu Külkedisi filmine bir gönderme mi olur yoksa külkedisi hikâyesinden bir araklama mı? Bu soruyu cevaplamaya çalışırken kült filmi gözlemlemeye devam edelim.
Felsefi göndermeler de Eflatun ve öğrencisi Sokrat’ın felsefi doneleri kullanılmaktan kaçınılmamış hatta Kâhin’in mutfağında Sokrat’ın “Kendini bil” yazısı film boyunca alınan yolun hikâyesini oluşturmuştur. Bununla birlikte Anarşizm, Varoluşçuluk, Nihilizm ve hatta Darwinizm gibi birçok felsefi göndermeyle girift bir eser ortaya çıkarılmıştır. Dini felsefelere yapılan göndermelerse neredeyse her dinin mensupları tarafından kendi teolojilerine göre yorumlanır hale gelmiştir. Bununla birlikte George Orwell’in 1984 isimli kitabında belirttiği görülmeyen bir irade tarafından yönetilme fikri, Matrix’in ana temasına en çok uygunluk gösteren fikirdir.
Gibson’dan Matrix’e
Yazının başlarında Siber uzay fikrinin babası olan William Gibson’ın Neuromancer isimli kitabından bahsetmiştik. Gibson siber uzay kelimesinin yaratıcısı olduğu gibi; yapay zekâ, sanal gerçeklik, genetik mühendislik gibi kelimelerin keşfini ve popüler kültüre dahil oluşunu sağlayan şahıstır. Bu sebeple Gibson’a yeni George Orwell benzetmesi yapılmıştır. İşte tam burada biraz ayrıntıya inmemiz gerekiyor. Kitap Case isimli bir internet korsanının üstün bir bilgisayarla siber uzaya girişini ve gelişen olaylar sonucu yapay zekâ Wintermute’a karşı mücadelesini anlatır. Neuromancer ise Wintermute’un kardeşi olup kendisi de bir yapay zekâdır ve Case’e birçok kez el altından Wintermute karşısında yardım eder. Kitabın karakter kurgusu ve olayların gelişimi birçok yönden Matrix’e çok benzemektedir.
Case’de tıpkı Neo gibi çok iyi bir internet korsanıdır; fakat patronundan çaldığı için ceza olarak patronu tarafından beyin-bilgisayar sistemine bağlantı yapamaması için beyni yakılır. Patronuyla arasında geçen konuşma ile Thomas Anderson’ın patronuyla yaşadığı sorunlar imgesel olarak birbirine benzer. Neo’yu içinde bulunduğu karmaşık durumdan deri elbiseler içerisindeki bir zamanların maliye veritabanına girerek şifresini kıran Trinity kurtarırken; Case kendisi için tedavi ararken yine deri elbiseler içerisinde gözleri tamamıyla camdan olan Molly tarafından kurtarılır. Trinity Neo’yu kurtarıp matrix’te ün salmış karizmatik Morpheus’a götürürken; Molly, Case’i siber uzay da nam salmış karizmatik Armitage’e götürür. Burada kısa olarak teslis kavramına değinmeliyiz. Zira Hem Gibson, hem de Wachowskiler bu kavrama sırt dayamışlardır. Teslis, Hıristiyanlık inancına göre Baba(Tanrı), Oğul(İsa) ve Kutsal Ruh(Cebrail) dan oluşan üçlü tanrı inanışına verilen isimdir. Neo, Morpheus, Trinity ile bir teslis görüntüsü ortaya çıkarılmıştı. Benzeri bir teslis görüntüsü de roman boyunca Case, Molly ve Armitage arasında gerçekleşir. İlginç bir şekilde eşleşen karakterlerin kişilik özellikleri ve hatta hareketlerinin edebi ve sinematografik anlatımı birbirine neredeyse tam uymaktadır. Neo’nun matrix’ten çıkartılırken dokunduğu ve sıvılaşan ayna, manzara içerisinde kodların akıp gitmesi ve çözümlenebilirliği fikirleri Neuromancer kitabında tam 15 yıl önce yerini almış öğelerdir. Zion şehri ise kitaptaki haliyle, neredeyse hiçbir değişikliğe uğramadan filme alınmıştır.
Neuromancer ve Wintermute arasında ki kardeşlik bağlarının Mimar ve Kâhin arasındaki anne-baba benzetmesine çok benzemesi ve Neuromancer’ın Case’e yardım ettiği gibi, Kâhin’in devamlı Neo’ya yardım etmesi de tuhaf benzerlikler arasında. Finn karakteri ile Anahtarcı benzerliği derken, neredeyse romandaki çoğu karakterin bir eşini bulabilecek durumdasınız. Burada geçiş yapmak istediğim başka bir eser daha var ki, o da 1995 tarihli Ghost in the Shell isimli Japon çizgi sinema filmidir.
Duyguları Olan Cyborg
Ghost in the Shell tamamıyla William Gibson’ın yaratmış olduğu cyberpunk kültürü üzerine kuruludur. Bu iki film arasındaki en birincil benzerlik hatta aynılık, her iki filmde de kablolarla sanal sisteme bağlanılması suretiyle sanal gerçekliğin yakalanmasıdır. Bilindiği üzere Neo’nun vücudunda bağlantı yerleri vardır. Tıpkı GITS’de ki Motoko Kusanagi gibi Matrix ile GITS’in çok daha organik bir bağlantısı var. GITS’te yer alan bazı sahneler, Matrix’te ki sahnelerle birebir aynı. Örneğin, Neo’nun ajanlardan kaçtığı Pazar sahnesi ve hatta karpuzların vurulup dağılması, sonra yine neo’nun kendi kabından çıktığı anda boğazını sıkıp onun bağlantılarını söktüğü sahne, yine Neo’nun Morpheus’u kurtarmak için Helikopter ile ajanları taradığı sahne ve izledikçe sizin dahi çoğaltabileceğiniz birçok örnek. Matrix’in ilk filmi gösterime girdiğinde yapım yılı 1995 olan GITS daha önce çekilmesine rağmen ne yapımcı Joel Silver, ne de Wachowski’lerden bu benzerlik konusunda bir açıklama da bulunulmadı. Fakat her ne hikmetse film gösterime girdi büyük hâsılat sağladı ve o zamanlar yeni gelişmekte olan DVD sektörü ile filmin başarısını gölgeleyecek girişimler bir DVD ekstra ile kapatıldı. Matrix’in dvd ekstrasında Joel Silver kendisinin bu benzerliği bildiğini fakat bunun yalnızca bir esinlenme olduğunu söyledi. Anime uzmanlarının yaptıkları yorumlar Matrix çekiminde kendilerinin animelerde kullandıkları açıların ilk kez bir filmde böylesine kullanıldığı ve etkileyici olduğu doğrultusunda. Üstelik bu saydığım sahneleri filmin kendi dvdsinin ekstralarında karşılaştırmalı olarak görebiliyorsunuz. GITS göz önünde olmayan bir filmde değildir. Zira bir devam filmi ve anime dizisi dahi vardır. Yine de bu Wachowski kardeşlerin yüksek miktarda esinlenmede bulunmalarına engel olmamıştır.
Filmin hayranları bu son dakika salvosunu, “bak adamlar esinlenmiş esinlendiğini de söylemiş” olarak algılayabilirler. Fakat şahsi fikrim, bunun tepkiyi yok etmek veya azaltmak amaçlı yapılmış politik bir hamle olduğu yolundadır. Özgünlük nedir? Diye sormuştuk. Anlatarak geldiğimiz şu aşamada Matrix’in özgün bir eser olduğunu söylemek imkânsız olduğu gibi mantığa terstir. Çünkü hem Wachowski kardeşler bir takım esinlenmelerde bulunduklarını kendileri belirtmiş, hem de film özgün bir senaryoya sahip olamayacak kadar çok felsefi ve edebi atıf ile sarmal bir hale gelmiştir. Dikkat edilirse bu sözlerin çoğunluğu sadece Matrix serisinin ilk filmi içindir. Zira ilk filmle neredeyse dahi yönetmenler statüsüne sokulan iki kardeş ikinci ve üçüncü filmde tamamen çuvallamışlardır. Re-Loaded ve Revolutions günü kurtarma filmlerinden başka bir şey değildir. Görsel ve işitsel bir şovdur; fakat birincisi gibi aynı zamanda hissel bir şov olmayı başaramamışlardır. İnsanlar Matrix’i izledikten ve akabinde çıkan kitapları okuduktan sonra kendi kendilerini çok doldurdular. Fakat görsel ve işitsel şovdan başka bir yatkınlıkları olmayan bu iki kardeşin filmde vurguladığı söylenen dini ve felsefi göndermeleri standart bir filmde de görebilirsiniz. Çünkü din ve felsefe bin yıllardır toplumun kökenine işlemiş durumdadır. Belirli entelektüel düzeyin üzerinde ki her insan farkında olsun olmasın bu tip göndermeleri içeren filmler çekebilir. Bunun için ayrı bir deha olmaya gerek yoktur.
Matrix çalıntı bir film midir?
Bu iddia hakkında fikir sahibi olabilmek için Wachowski kardeşlerin filmografisini incelemek gerekir. Matrix üçlemesi sayesinde sinemaya birer deha olarak lanse edilen bu iki kardeşin Matrix’ten önceki filmi güzel ve seyirlik bir film olmasına rağmen bir deha ürünü olmadığı sinema eleştirmenlerince de ortak görüş olarak kabul edilebilir. Matrix’in arkasından yapımcılığını üstlendikleri ve senaryosunu yazdıkları iddialı bir yapım olan ve tuhaftır bir çizgi roman uyarlaması olan V for Vendetta ses getirmekle beraber yine de çizgi romanın anlatımını yakalayamamış ve bizleri Wachowskilerin beklenen deha parıltılarını görmekten alıkoymuştur. Son dönemde beklenen Speed Racer isimli yapımın ise bir animeden uyarlandığını ve asla bir matrix kadar iddialı olmayacağının altını da çizmek gerekir. Bu filmografiye baktığımızda ve Matrix’i ince eleyip sık dokuyarak gördüğümüz noktalara baktığımızda iki unsuru birleştirirsek şunları söyleyebiliriz; Wachowski kardeşler cyberpunk kültürünü iyi biliyor ve animelerle araları çok iyi. Edebiyatla araları gayet iyi ve film yaparken felsefi altyapısı olan kitapları seçiyorlar ya da bu tarz kitaplara sağlam göndermeler yapıyorlar. Çizgi roman kitapları çıkarma geçmişleri kendilerine görsel sahneleri oluşturma konusunda avantaj sağlıyor. Hakeza Matrix dvd ekstralarında mevcut birçok çizgi roman olduğunu ve Matrix’in diğer iki filmde yıkılacağını bildiklerinden olsa gerek, filmin altyapısını sağlamlaştırmak için yaptıkları Animatrix serisini de bu gözlem içerisinde değerlendirmek gerekir.
Peki, özgünler mi?
Asla! Esinleniyorlar mı? Kült film damgasına sahip bir filmi tamamen esinlenmeyle vücuda getirecek kadar çok esinleniyorlar. Peki, hırsızlar mı? İşte bu konuda, bu ifade Wachowskiler için bile ağır kaçar. Her ne kadar karakter belirlemeyi Neuromancer kitabından, sahneleri Ghost in the Shell’den, filmin temasını oluşturan fikirleri, Huxley, Kafka, Orwell, Gibson gibi yazarlardan kopyala-yapıştır yapsalar da hırsız değiller. Fakat ilk filmin büyüsüne kapılıp, hatta gazına gelip dahi diye değerlendirilmeleri gaflettir. Zira George Lucas, Spielberg, Coppola, Kubrick birer dahidir; ama hiçbir özgün, orijinal fikre sahip olmadan koleksiyoncu mantığıyla öğeleri bir araya getirerek film yapan Wachowski kardeşler en fazla iyi bir analizci, sentezci, sahne bağlayıcı ya da arabulucu olabilir.
Matrix çalıntı değil; fakat buluntu bir filmdir. Cyberpunk kültürünü incelerken Matrix’te ki birçok öğenin daha önceden düşünülmüş, kullanılmış, kitaplaşmış halini bulursunuz. Yayınlandığı tarihte seyircinin algı kapılarını açan, devrim olarak görülen bu filmin iç yüzü başkasının devriminin sessizliğini fayda bilerek onu tekrar ama kendi üslubuyla ve şaşaalı bir prodüksiyonla dile getirmek ve bu devrimi sahiplenmektir. İşte bu sebepten Wachowski kardeşler iyi bir yapımcı aramak için kapı kapı gezmiş ve devrimin sesi olması için bol aksiyonlu, genelde vasat temalı fakat gişe canavarı filmlerin yapımcısı Joel Silver’ı seçmişlerdir. William Gibson’ın, Ghost in the Shell’in devrim mirasını koca bir gürültüyle sahiplenmişler ve daha sonra gelen dayatma iki Matrix filmiyle devrimin başladığı yerde bittiğini göstermişlerdir. Dahası bu sistemle film yapmanın yolunu iyice açmışlardır.
Imdb’ye göre 2009 yılında Neuromancer film olarak çekilecek ve Hayden Christensen’de Case rolünü oynayacak. Eğer kitabın hikâyesini doğru anlatabilirlerse -ki kitap uyarlamalarının filme çekimi konusunda sinema sektöründe yazarın imgelerini görsel olarak anlatmaktan doğan bir sıkıntı hep vardır- ortak noktaları sizlerde göreceksiniz. Ghost in the Shell’i mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Çünkü bu türün en seçkin örneği olarak Matrix’ten 4 yıl önce yapılmış sinema filmi muamelesi yapılan gerçek bir başyapıt. Tabii burada okuyucunun ve izleyicinin bu filmi izledikten sonra kendine sorması gereken bir soru olacak: GITS bir başyapıt ise Matrix nedir? Matrix bir başyapıt ise bu halde GITS hangi sınıfa sokulmalıdır?
Matrix hakkında ki fikirlerime rağmen ilk filmi defalarca keyifle izlediğimi belirtmek isterim. Anlatmaya çalıştığım izlediğimizin ne olduğunu bilerek izlemektir. Böylece başarının ödülü olan alkışları gerçek sahiplerine verdiğimizden emin olabiliriz. Geleceğin bize buluntu film ve devrimleri değil; özgün, samimi, gerçek film ve devrimleri getirmesi dileğiyle…
Yazarın Notu: Makale boyunca bazı kelimelerin Türkçe’ ye çevrilmeleri anlam bozukluğu yarattığı için aynı haliyle kullandım ve bu kelimelerin anlamları için kısa bir sözlük oluşturma ihtiyacı hissettim.
Makalede altı çizili olarak belirttiğim kelimelerin anlamları şöyle:
Cyberpunk: Teknoloji ve geleceğe ait öğelerin oluşturduğu altyapıya dayanan, sanal dünya ve gerçekliği iç içe geçirmiş, fantastik bir hikâyeyle süslenmekle birlikte teknoloji öz eleştirisi yapan edebi akım ve yukarıda sayılan öğelerin tamamını kapsayan kültür oluşumu.
Siber Uzay: İnsan sistemindeki her bir bilgisayarın kayıtlarından yansıtılan verilerin grafiksel sunumu
Meraklısına Notlar;