Mitten Gerçeğe, Gerçekten Fantastiğe

Kutsal metinler yaratılışı “Önce söz vardı” diyerek aktarır. Bizse sadece söylendiği için inanmayız ve gerçekte ne olduğunu merak ederiz. Başka bir gerçeklik ararız. Anlatının kökeninde ne olduğu sorusu derinleşip genişleyen bir edebiyat problemi. Sadece fantastik edebiyatın değil, tüm edebi türlerin ve sözlü anlatının köklerinde yatan mitoloji gerçeği ise özellikle son on yılda kendisini daha açık seçik gösteriyor.

Peki, ne oluyor? İnsanların kök geçmişe dönerek anlatının başlangıcını arayıp yeni bir şey keşfediyormuş gibi benimseyişinin arka planında ne var? Mitolojinin yükselişiyle birlikte dinlerin düşüşe geçmesi, fantastik edebiyat ve filmlerin artışı karşısında nereye konumlandık? Daha önemlisi bizler edebiyat, dizi, sinema gibi platformlarda şiddetle yükselen bu etkiye ne kadar hazırız?

Gerçeğe İndirgenen Mitler

Etrafımıza baktığımızda pek çok platformda fantastik kurgunun özellikle mitoloji tabanlı alternatif evren hikayelerinin artışa geçtiğini rahatlıkla görüyoruz. Üstelik bu yerel değil küresel bir etki. Bunu başlatan olay olduğunu söylemek hatalı olsa da popülerleşmesine sebep olan kişinin Tolkien olduğu yadsınamaz bir gerçek. Orta Dünya alternatif evreni, tıpkı edebiyatın her türünde olduğu gibi insanlığın anlatıcılık tarihinin köklerinden beslenen bir evren. Masallar ve bu masalların varyantlara ayrılmasından önce insanlığın bilincinde bir fantastik anlatı arketipi olarak kodlanan mitleri pas geçmeyen bir eser. Bu arketipin kültürümüzdeki yokluğu ise anlama problemimizi başlatan esas unsur.

Anlama probleminden bahsediyorum, zira Türk Edebiyatında, fantastik edebiyat ve ağırlıkla fantastik rol yapma (FRY) kurgusu örnekleri biraz da bu kökleri anlayamamaktan hem olabildiğince geç teşekkül etmiş hem de epey ağır mesafe kat ediyor. Temel sorun arketip yokluğumuz. Kendi fantastik edebiyat geleneğimizi oluşturamıyoruz, çünkü hâlen iyi örnekleri iktibas etme çabasındayız. Taklit değil, kopyalamaktan bahsediyorum. Mitolojimizi yeniden hatırlıyor ve yirmi yıl önce varlığından haberdar olmadığımız veya pek az duyduğumuz bir panteona alışmaya çalışıyor, diğer mitolojilerle benzerliklerini idrak etmeyi deniyoruz. Fakat eserleri yerelleştiremiyor, kurduğumuz evrenlerin gerçekliğine kendi dilimizde okuyan okuru ikna edemiyoruz.

Tolkien; Hoffman, Maupassant, Poe ile gelişen fantastik edebiyat literatürünü tamamen değiştirebilecek güçte eserlere imza attığı için bugün edebiyatta fantastik etkisi popüler bir tartışma nesnesi haline gelebildi. Fakat ortaya yepyeni bir şey çıkartılmış gibi davranmak hususunda bütün bir kamuoyu ne yazık ki çok aceleci davranıyor. Her ne kadar yazar yarattığı dünyanın tanrısıysa da Tolkien, Martin, Sapkowski vb. pek çok yazar bu alternatif evrenleri ve muazzam kurguları yoktan yaratmış değiller.

Bugün yayın platformlarında teker teker kendini gösteren FRY kurgusu dizilerin hepsi Tolkien ve ardılı başarılı yazarların yarattıkları alternatif evrenlerde geçen mitik, mistik, masalsı hikayelere dayanmaktadır. Onları başarılı kılan unsurlardan en önemlisi yaratılan evrenlerin gerçekliği ve bağlı olduğu kökleri ne kadar gizleyebildiğidir. Ancak böylece okuru yeni bir şey okuduğuna ikna edebilirsiniz. Her metin, dizi veya filmin dayandıkları bir kök, bir arketip mevcuttur. Jordan, Weis&Hickmann, Gaiman, Pratchett, Martin, Salvatore gibi FRY kurgusu yazarlarının kurguladıkları evrenler, okuru gerçek olduğuna inandırma kudretine sahiptir. Bu başarıyı getiren en önemli sebeplerden birisi, özellikle edebiyatımızda genel anlamda hissettiğimiz arketip ve yazarak yaratma kudreti yoksunluğudur.

Alternatif Evren Yaratımında Arketip ve Tasvirin Rolü

Orta Dünya evreni ile ilgili yapılan, yayımlanan pek çok çalışma neticesinde artık bu eserin İskandinav Mitolojisi ile bağı iyi bilinmektedir. Burada ise esere önem kazandıran en mühim olgu İzlanda sagalarına sızmış hikayelerin yazar tarafından önce gerçek bir hikâyeye, bu gerçek hikâyenin ise daha sonra fantastik, mistik bir anlatıya dönüştürülmesine şahit olmamızdır.

Yüzüklerin Efendisi’ni bahis aldığımızda okur, kitabın girişinde güç yüzüklerinden bahseden şairane girişten sonra geniş tasvirlerle betimlenmiş, olağan bir kır hayatı anlatısına gözlerini açar. Shire kırsalı Tolkien’in kendi çocukluğunun geçtiği İngiliz mesire hayatının derin izlerini taşır. Öyle ki bizzat kendisi kitabın yayımlanmasından yıllar sonra, “hobbit atalarının Üçüncü Çağ’daki tarihini anlatmaya çalışmasının üzerinden yirmi yıl geçtiğini” ilan ederek okuru kendi gerçekliğini paylaşmaya çağırır[1]. Kurgusunu mitten gerçeğe indirişinin en önemli deliliyse şu cümlesidir:

“…Çağdaş yaşam dedikleri böyle bir şey işte. Mordor içimizde.”[2]

Kurguyu gerçek kılmaya yönelik tasvirler, betimlemeler, yeni oluşturulmuş bir dil, insan gibi ama biraz da değil gibi karakterler okurların hayal mertebesinde ikinci bir gerçeklik kapısı açar. Böylece algı “Orta Dünya”yı macera boyunca gerçek bir yer olarak imler. Mekânın mitolojik düzlemden yere inerek ayaklarının yere basması, okur ve/veya izleyici nezdinde kurgunun gerçekliğine ikna olunması yönünde önemlidir. Ardılı yazarlardan Salvatore’nin Drizzt Efsanesi’nin ilk üç cildinde genişçe betimlediği Menzoberranzan gibi bir yer altı şehrinin veya Orta Dünya’nın ormanları, dağları ve şehirlerinin insanları etkilemekteki başarısı muazzamdır. Zira okuru en başta mekânın gerçekliğine ikna etmeye çaba harcar. Steinmetz’in de net bir şekilde belirttiği gibi fantastiğin bilinen bir malzemeyi kullandığında şaşırtıcı olması önemlidir[3]. Fantezilerin akmasını sağlayan şey olayların olağanüstülüğü değil söylevin şaşırtıcılığıdır -ki FRY kurguları hep bu bilinen malzemeyi kullanarak kahramanlarına yolculuk yaptırır.

Tanrı, Yazar’a Karşı

İş din konusuna gelince bu konuda da yol gösterici yine Tolkien’dir. Onun Katolik inancıyla ters düşmeyen bir Tanrı tek başına evrenini yönetmektedir. Fakat kendi mitolojisini oluşturabilmek adına bu tanrı varlığını sürdürmekle birlikte görünmez kalmıştır. Güncel gerçekliğimizde sosyal hayatı da düzenleme iddiasında bulunan teokrasi, FRY kurgularda rastlanılmaz derecede gölgelenir veya yeni bir gerçekliğe yakışır şekilde sıfırdan inşa edilir. Yoksa çoğu fantastik evrenin tanrı/tanrıları hatta yerine göre kurguya hizmet eden tarikat ve inançlıları mevcuttur. Buz ve Ateşin Şarkısı serisindeki Çok Yüzlü Tanrı, Sapkowski’nin Witcher evrenindeki Ebedi Ateş Tarikatı, pek çoklarınca bir bilimkurgu klasiği olarak görülse de fantastik kurgu tarafı sürekli es geçilen Dune serisindeki Bene Gesseritler kurgusal alternatif evrenlerdeki dini yapılar ve tanrıların en bilindik örnekleridir.

Dini yapılar veya alternatif tanrılar aynı zamanda sıfırdan yaratılan bu evrenlerin işleyiş ve kurallarını anlamak ve gerçeğe yaklaştırmak açısından tıpkı coğrafi koşullar kadar önemlidir. Nasıl ki bir fantastik evrenin betimlenmesi, tasviri ve mitolojiden gerçeğe indirilmesi şartsa, aynı şekilde dini yapıların da arketipi bulunarak gerçeğe çekilmelidir. Fakat burada doğrudan bir iktibas veya varyant oluşturma değil bir temel üzerinde yeni karakter, din ve tanrı kurgulaması önemlidir. Tolkien’in Orta Dünyasına doğrudan etkisi olmayan Eru Illuvatar buna en mühim örneklerden birisidir. Esasen Illuvatar ismi İskandinav Mitolojisinin baş tanrısı Odin’e verilen Allfather/Allvater (Her şeyin babası) adının Tolkien’in yeni evreni ve o evrenin diline yansımasından ibarettir. Ülgen, Erlik gibi sürekli kendisini bilindiği haliyle göstermez.

Karakter yaratımında mitolojinin FRY kurgularının arka bahçesi olduğunu ilaveten söylemeye pek de gerek yok. Zira olağanüstü şeyler yapması beklenen kahramanların arz-ı endam ettiği eserlerde referans alınabilecek yegâne kaynak mitler, o mitlerin şekillendirdiği dinler, menkıbeler, anlatılardır. Mesele bunu çağın ruhuna uydurabilmektir. Çizgi roman, roman ve sinema üzerindeki DC ve Marvel etkisi, çağın ruhuna göre güncellenen, bazen Müslüman, bazen eşcinsel, bazen her ikisi birden olabilen süper kahramanları doğurmuştur. Aslında onların kökeni de aynı mitlerdir. Dahası Marvel bununla kalmayarak İskandinav ve Yunan Mitolojisi panteonundaki tanrıları doğrudan çizgi roman, sinema evrenine taşımıştır. Thor, İskandinav mitolojisinde epey kaba, göbekli hatta yer yer kötü bir tanrıyken, Marvel onu uzun sarı saçlı, maskülen, genç kızların sevgilisi bir âdeme indirgemiştir.

Dört Başı Mamur Fantastik

Yukarıda bahsi geçen konuların dışında yabancı FRY kurgularını başarılı kılan pek çok etmenden bahsedebilmek mümkün. Dört başı mamur bir FRY kurgusu veya eski usul fantastik kapsamına giren edebi eser vermenin anahtarı, alternatif evreni, karakterleri önce mitten gerçeğe indirgemek ve o gerçekliği hikâyenin gelişim şiddeti oranınca fantastiğe evirmekten geçiyor gibi.

Neden böyle olduğunu düşünüyorum? Çünkü edebiyatımızdaki örneklere baktığımızda öncelikle gerçekliğe ikna olmakta bir sorun yaşadığımız görülüyor. Her şeyden önce ilk Türk fantastik edebiyat eserinin Muhayyelat olarak kabul edilişinden[4] 2000’li yıllara kadar FRY kurgusu diyerek tanımladığım, alternatif evrende kahramanın yolculuğu temalı kurgularda eser vermiş değiliz. Barış Müstecaplıoğlu’nun Perg Efsaneleri serisi öncesi pek karanlık. Sonrasında ortaya çıkan ve bazıları çok satanlar listesine giren örneklerdeyse yazı genelinde bahsettiğim meselelerde pek çok sorun ortaya çıkabiliyor.

Türk FRY kurgularının en önemli sorunu kurgunun kaynağı olan miti gerçekliğe indirmeden okurun gözüne sokmakta yatıyor. Elimizdeki örneklerde destan kahramanları ve hatta Türk Mitolojisi panteoundaki tanrılar doğrudan, hiçbir başkalaştırmaya veya kurgulamaya maruz kalmaksızın tabiri caizse eserlerde rol alıyorlar. Erlik, Ülgen, Oğuz Kağan, Alper Tunga gibi adlar tarihi ve mitik varlıklarından soyutlanıp gerçekliğe kavuşamamış karikatürize varlıklara dönüşüyorlar. Mitolojideki bir unsurun sembolik gökyüzünden yere indirilmeden doğrudan okur veya izleyicinin karşısına çıkartılması doğal olarak muhatapta evrenin kendi iç gerçekliğinin yıkılması şeklinde tevarüs ediyor.

Hakeza FRY kurgusu veya fantastik edebiyat dairesinin de dışına çıkarak mitolojik kurgu diye adlandırılan yeni türe göz kırpan bazı romanlar özgünlükleri bir kenara bırakırsak eski mit ve destanlara varyant oluşturmaktan ötesini yapmıyor. Çok iyi bildiğiniz bir destanın, yeniden daha uzun, daha modern, fakat yaşadığımız evren ve destanın karakterleriyle, adları bile değiştirilmeden yazılmasından bahsediyoruz. Üstelik paralel bir tarih algısı oluşturma gayreti şöyle dursun, neredeyse okuru resmi tarihin bir bölümünde bu destanın yaşandığına ikna etme çabası olarak vücut bulan bu eserler sınıflandırma açısından tamamen fantastik edebiyatın dışında tutulmalı diye düşünüyorum. Tarihin tahrifi riski bir yana destanın da tahrifini mümkün kılan yeni bir yazım şekli bu. Vâkâ, tarih fantastik edebiyatla ne kadar bağlantılı onu da incelemek gerekir.

Alternatif Evrende Alternatif Tarih

Tarihi kullanmak boyutunda bir şeylerin ters gittiği kesin. Tolkien, Martin ve Sapkowski gibi isimlerin evrenlerinde Avrupa Orta Çağ tarihi etkisi baskındır. Hikâye sanki resmi tarihe paralel bir gerçekliğin içerisinde ilerlermiş gibidir. Kaleler, şehirler, karakterlerin giyim tarzı hatta yedikleri yemekler bile okura geçmişte fantastik bir hikâyenin yaşanmış olabileceği fikrini aşılar. Kaldı ki Tolkien Orta Dünya tarihinin kendisine ulaştırılan Bilbo Baggins’in kırmızı ciltli kitabıyla mümkün olduğu fikrini biraz da bu alt gerçekliği tasarlamak için kullanmıştır. Hakeza Witcher serisi bu paralelliği Camelot efsanesi gibi başka masalsı anlatılara bağlayarak kurar.

Bizdeki örneklerde ise doğrudan başarılı eserlerin iktibası söz konusudur. Başka bir kültür dairesinde varlık bulan bizlerin aksine, Orta Çağ şövalyelerine benzeyen, hiç otağa girmeyen hatta konar-göçerlik nedir bilmeyen karakterler yerellik yokluğundan eserlerin inandırıcılığına ket vurmaktadır. Witcher evrenindeki yoğun Doğu Avrupa etkisi, Orta Dünya’yı sarmalamış Anglo-Sakson ve Roma-Cermen etkisinin yanında kendi kurgularımızda bu tarihi gerçekliği tıpkı mitolojik karakterleri göze sokmakta izlediğimiz yöntem gibi ya gerçeğe indirgemeden sunuyor ya da başarılı sayılan FRY kurgu örneklerimizde birebir batılı örnekleri iktibas ediyoruz.

Kendi tarihimizin yansıtılması mevzubahis olduğunda ise eseri yerelleştirmekten kastı pas geçtiğimizi söyleyebiliriz. Bir eserin yerelleşmesi o eserde aniden ortaya çıkan kültür bombardımanı demek değil. Okura kurgusal tarihle gerçek tarih arasında bağlantı kurabileceği geniş alan bırakılmazsa tarihi bilginin veya kültürel köklerin metne yansıtılması sadece bir dayatmadan, kötü bir çeviri veya uyarlamayla muhatap olma hissinden ibaret kalacaktır. Fantastik kurgudaki yerelleşme bir kültür-turizm tanıtımı hatta tarih dersi vermek yerine, giyim-kuşam, yeme-içme, hayat tarzı, duyguların dışavurumu vb. ayrıntılarda kendisini gösterdiği zaman küresel satıhta karşılık bulabilir.

Buradan kahramanlarının illa ki otağlarda, kıl çadırlarda, tahta saraylarda yaşadığı kımız içen, at üzerinde yay çeken karakterler olmazsa veya içinde oryantalizm sosu bulunmazsa Türk fantastiği olmaz sonucu çıkmamalı. Edebi karakterlerin gerçekten yaşadığına muhatabını inandırması, edebiyatta örnek karakter yaratımının karşılığı olsa gerektir. Batıağıl’ın atlılarından hiçbir eksiği olmayan kısa bacaklı atlara binen okçu süvarileri birer Dothrak barbarı gibi değil bozkırda yaşadığı zorlukla, kültürünün ona kattıkları veya ondan eksilttikleriyle pişmiş karakterler olarak muhataba sunmayı öğrenmeliyiz. Zira bu yapılamadığı zaman kendi kültürümüzü Isengard’ın Uruk-Hai’lerinde, Essos’ta at süren Dothrakide aramak zorunda kalacağız.

Kuru kuruya bir öze dönüş değil anlatmak istediğim. Zira Modernleşmeyle ve hatta postmodernizmle birlikte bir takıntı haline gelen öze dönüş politikası köktenciliği beslediği gibi kitleleri de nostaljinin nihilizmine hapsetmektedir. Meselemiz başarılı örneklerin hangi sebepler ve vasıtalarla bunu başardığını anlayabilmek ve anladıklarımızı metinlerimize yansıtabilmektir. Öğrenmeyi pekiştirecek taklitlerin bile azlığında kültürümüzün yüceliği yanılgısıyla bir türlü yere değmeyen ayaklarımızı, mitolojimizle birlikte yere indirmeli ona gerçeklik elbisesi giydirip sonra göğe yükselişini izlemeliyiz.

Nihayetinde günümüzde mitolojiye gösterilen bu ilginin, olumsuzlukları da beraberinde getireceğini unutmadan, amacımızın gerisin geriye dönmek değil tecrübelerimizi günümüze aktarmak olduğunu unutmamak, fantastik edebiyatta söz sahibi metinler kaleme almanın anahtarı olacaktır. Bunun için henüz geç kalmış değiliz.

 

 

 

 

[1] Humphrey Carpenter – Tolkien, Sf. 256, İş Bankası Kültür Yayınları, Ekim 2017, İstanbul

[2] Humphrey Carpenter – a.g.e. Sf. 246

[3] Jean-Luc Steinmetz – Fantastik Edebiyat, Sf. 45, Dost Kitabevi Yayınları, Nisan 2006, Ankara

[4] Pelin Aslan Ayar – Türkçe Edebiyatta Varla Yok Arası Bir Tür Fantastik Roman, Sf. 329, İletişim Yayınları, 2015, İstanbul

 

  • Şiraze Dergi Kasım 2022 sayısında yayımlanmıştır.

En Çok Okunanlar

Diğer Başlıklar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz