“Her bay zengindir, ancak her bey zengin olmak durumunda değildir.”
Yazar sizi doğrudan bir sonuca götürmüyormuş gibi gelse de, aslında Kadim bir Türkçe’nin var olduğunu, günümüzde kullanılan pek çok kelimenin bu dilden veya bu dilin şubelerinden hareketler vücut bulduğuna ilişkin çok sayıda delili kucağınıza bırakıveriyor. İran ile Turan kitabında da yazarın üzerinde epey durduğu, Ural-Altay dilleri diye bir dil ailesi olmadığı, Türkçe’nin kendi başına geniş bir dil ailesine sahip olduğu ve günümüzde Çuvaşça, Hakasça, Moğolca, Sümerce vd. dillerin yazarın sınıflandırması ile Fırat-Zağros bölgesinin bitişken dillerinden olduğu ve Mezopotamya bölgesinde ortaya çıkıp, bütün uygarlıklara sirayet ettiği yönündeki fikirlerine eşlik ediyorsunuz. Bununla birlikte Karatay, Macarca’nın da Sümerce ile ilgisinin yanı sıra, Fin-Ugor dil ailesi ile pek çok kelime alışverişinde bulunduğu, dolayısıyla Fin-Ugor dillerinin de dikkatli incelenmesi gerektiği konusundaki tespitleri ile okuma serüveninize devam ediyorsunuz. Bugün Türkçe’ye geçmiş olan pek çok yabancı kelimenin, aslında çok uzun seneler önce Kadim Türkçe’den, Bulgarlar vasıtasıyla Avrupa topluluklarına ve onların dillerine girdiğine ilişkin tezler, o kadar dikkatli kurgulanmış ki, burada hamasetten eser olmadığını açıkça belirtmenin elzem olduğunu da vurguluyor yazar. Pek çok araştırmacının popüler sebeplerle üzerinde durduğu, “bütün diller Türkçe’den mi türemiştir” tabanlı ve Güneş Dil Teorisinin izlerini taşıyan, belirli anlarda yozlaşabilen iddialardan çok kati delillerle uzak duran bir eserle karşı karşıyasınız. Kaldı ki Osman Karatay zaman zaman Kazım Mirşan ve türevi tarihçilik konusunda isim vermeden ağır eleştirilerini de bu kitap genelinde sunuyor. Tabii bütün bu tanımlamalar karşısında sadece etimolojik bir incelemenin peşinde koşulduğunu düşünmeyin. Karatay’ın araya serpilmiş, takdire şayan tespitleri var. Özellikle millet ve milliyetçilik kavramının Fransız İhtilalinden sonra ortaya çıktığı yolundaki savları çok mahir cümlelerle alaşağı ediyor kitabında. Bütün bu anlattıklarıma karşın halen, tek kelime üzerinden bütün tarihi şekillendirmek nasıl mümkün olur diyorsanız, kitabın farklı farklı bölümlerinde Mag kelimesinden Gog Mag-og, Ye’cüc Me’cüc kavramlarına, oradan Major, Master kavramlarına, oradan bayram, bey, peygamber kelimelerine ilerleyen tezleri muhakkak okumanız gerekir. Çin Seddine kimin hangi taraftan saldırdığından tutun da, Zülkarneyn’e ilişkin hadisler ve tarihi vesikaların incelenmesine, buradan Sankritçe kelimelerin ayrıştırılmasına varan, inanılmaz özenli ve düşünülemeyecek açılardan hareket ederek, okuyucuyu tezinin içerisine çeken ikinci bir yazar ile karşılaşmanız bu dönemde mümkün olmayabilir.
Millilik veya Türklük vurgusu olmadan, insanların ve bir yandan da Türklerin kökenine ilişkin ipuçları peşinde koşan Osman Karatay’ın üzerinde yıllarını harcadığı devrim niteliğinde bir tezin parçalarından birini daha oluşturuyor bu kitap. Osman Karatay bir akademisyen olarak son yıllarda çok önemli projelerde tarih okuyucusu ve araştırmacılarının karşısına pek çok kez çıkan bir isim. Türkler Ansiklopedisi, Doğu Avrupa Türk Tarihi, Hırvat Ulusunun Oluşumu, İran ile Turan gibi eserlerin bazılarının tamamında, bazılarının ise büyük çoğunluğunda emeği, bilgisi ve tarihe farklı bir bakış açısı getiren akademik tarzı ile de kesinlikle es geçilmemesi gereken bir tarihçi. Bu konuda karşısına çıkan sorunlara ilişkin, serzenişleri ve sitayişleri de çok haklı sebeplere dayanıyor. Örneğin kitabın bir bölümünde yer alan şu muazzam cümle, aslında Türk tarihi ile ilgilenen pek çok araştırmacının, akademisyenin ve tarih severin kendi kendine sorup cevabını bulması gereken bir olguya işaret ediyor; “Kramer bir dil ilişkisini göstermeyip, sadece Hz. İbrahim’in aslen Sümerli olduğu noktasından hareketle Yahudilerin atalarının Sümerler olduğu noktasına geldiğine göre, dilleri ile Sümerce arasında bariz ilişkiler tespit edilen Türk, Fin-Ugor ve Moğol topluluklarının böyle bir iddia için fazlasıyla hakları vardır.” Bu tespitin öncesinde de deliller ve mantıklı tespitler ile ulaştığı gerçekleri çok vurucu bir noktada birleştiriyor. Karatay’a göre; mag kelimesinin kökeninin kendisinin iddia ettiği gibi ortadoğu kaynaklı olduğu yönündeki tezler kabul edilirse, son tahlilde Türkçenin, insanlığın bir zamanlar konuştuğu ortak dilin, en yakın ve en doğrudan varisi olduğunun doğrulanacağını söylüyor. Bu tespit tarafsız bir bakış açısıyla irdelenip, üzerinde durulması ve ezbere dayalı tarih öğretimimizin duvarlarını yıkması açısından çok büyük önem arz ediyor. Özellikle popülist ve şovenist söylemlerden uzak Bey ile Büyücü gibi kitapların Türk tarihinin tetkiki konusunda ehemmiyetli eserler arasında yerini alması için gereken çabanın sadece kitabı yazan akademisyen tarafından değil, onu okuyan, başkalarına tanıtan ve okunması için teşvik edenlerinde gösterilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu sebeple sizleri bu farklı tarihi incelemelerin dünyasına şevkle ve ümitle davet ediyorum. Bu kitap ile öncül ve ardıllarını muhakkak temin etmenizi tavsiye ediyorum.
Tarihi okurken, karanlık mağaralarda yolumuzu aydınlatan kitaplarla tekrar birlikte olmak dileğiyle,
Kitaplarla kalın.



