Biyografik Metod: Yazma Sanatı – Stephen King

Ortaokuldayken, ablamın kitaplığındaki Stephen King kitaplarından, okurken korkacağım için uzak tutulduğumu hatırlıyorum. Bu yasaklanma kaçınılmaz bir arzuyu da beraberinde getirmiş, biraz da yaşça büyüğün yaptıklarına özenmekten mütevellit içimde Stephen King okumak için inanılmaz bir arzu depreşmişti. Korku filmleri seven birisi değilimdir, ancak okurken korkmak gerçekten tecrübe etmek istediğim bir duyguydu o zamanlar. Sanırım ilk okuduğum kitabı Türkçe’ye Azrail Koşuyor olarak çevrilen “The Running Man” olmalı. Bana ilginç gelen, King’in en sevdiğim kitabının, o dönem Richard Bachmann müstearıyla yazılmış olmasıdır.

Lise yıllarım fantastik kurgu kitapların arasına serpilen King gerilimiyle dolu dolu geçmişti. Yazdıklarının tüketilebilirliği üzerinden edebiyatın dışında değerlendirilmesi o zamanlar garip gelmese de, şu an belki kendim de bir yazma faaliyetiyle yakından ilgili olduğum için garip geliyor.

Edebiyatın, yazarları bazen kendi kimliğinden ve isminden vazgeçiren bir tarafı olabileceğini, bunun bir zorunluluk kesbedebileceğini ilk kez o vakit düşünmüştüm. Belki de bir yazar, bazen en büyük engelin kendi ismi olduğunu fark ediyordur kimbilir. Ancak Stephen King’in hayatını idame ettirebilmek adına yetişkin erkek dergilerine öyküler yazmak mecburiyetinde kalması veya çocuğuna süt alacak parası dahi kalmadığında bir öyküsünün beş yüz dolara satın alındığını öğrendiğinde yaşadığı samimi mutluluk işbu kitabın sayfalarının dışına çıkıp okura tesir etmiş.

Takip eden dönemde, onun çok satarlığıyla, edebiyatının basitliği gibi konular arasında bağlantı kuran pek çok görüş kendisini okumaktan geri koymadı beni. Kalabalığın aksine Stephen King’in kuvvetli bir edebi yönü olduğunu düşünenlerdenim. Çok satar bir yazara kendimce yaranmaya çalıştığım için değil; romanlarıyla, öyküleriyle pek çok türü etkilemeyi başardığı, çoğunlukla başarısız sinema uyarlamaları olsa da popüler kültürde kendisine yadsınamayacak bir yer açmayı başardığı için hak ettiği edebi saygıyı göremediğini düşünmemin de bunda payı var.

Yazma Sanatı’na gelirsek, kitapta kurgu retoriği, usuller, yöntemlerle ilgili didaktik okuma gerektiren bir metinle karşı karşıya olmadığınızı bilmek faydalı olabilir. Daha çok, yazmak, yazarlık, getirdikleri, götürdükleri ve özellikle Stephen King’in hayatını derinden etkilediğini kitabın pek çok bölümünde gösteren; yaşadığı ağır trafik kazası sonrasındaki rehabilitasyonu hakkında King’in kaleminden sürükleyici bir hikaye okuyacağınızı söyleyebilirim.

Kendi özgeçmişinden başlayarak yazdığı bölümlerde de yazım sanatına ilişkin ayrıntıları sunması pek hoş. Özellikle reddedilen metinleri, editörler tarafından kesilen, kısaltılan bazı bölümleri okurla eğlenceli bir üslupla ve gizlenme ihtiyacı duymadan paylaşması da metnin didaktik bir eğitim kitabı olmasını engelliyor. Kaldı ki bu kitabı kaleme alırken, böyle bir gayesi olmadığını da ister istemez fark ediyorsunuz.

Metinler daha çok, kafasına takılan bazı edebi hususlarla ilgili kaleme alınmış denemelerin bir araya getirildiği hissi yaşatıyor. Bir bölümde kendi anlayışına göre romanı tanımlarken, öbür bölümde kapalı kapılar ardında yazmanın kendisine sunduğu avantajlardan bahsetmesi gibi şeylerle karşılaşıyorsunuz.

Elbette kurguculuk damarlarına kadar işlemiş bir adamın kendi hayatının en önemli noktalarından birini, yaşadığı kazayı da basitçe anlatmasını beklemezdim. Lâkin yaşadığı kazanın hatırlayabildiği kısmını bile tipik bir King üslubuyla anlatması ve sanki hayatından bir kesiti değil de yeni romanının girişini okuyormuş gibi hissettirmesi aslında onun neden çok kuvvetli edebi yönü olan bir yazar olduğunu ispata yetmeli diye düşünüyorum.

Gerçi ispata ne ihtiyaç var? Dünyanın büyük bir bölümünde farklı dil, din, kültürden okurlara ulaşmayı ve onları, okumanın büyüleyici taraflarıyla tanıştırmayı başarmış bir yazarı, sırf bir kaç üstat edebiyatçı kendi metinlerinin anlaşılmazlığını bir üstünlük olarak köpürtmek için eleştiriyor diye yerecek değilim.

King’in bu kitabı, daha çok yazmanın semantiği üzerine kaleme alınmış gibi. Ayrıca okurlarıyla soyut anlamda kurduğu ilişkiyi anlamlandırmak adına ilgi çekici veriler de sunuyor. Bir şekilde yazma macerasına bulaşmış insanların çok ilgiyle okuyacağını tahmin edebilmek pek de zor değil. Şahsen King’in yazarlık macerasında başından geçenlerden fazlasıyla faydalı bilgi elde ettiğimi söyleyebilirim. Sadece editoryal anlamda değil. Aynı zamanda yayıncı ve temsilcilerle ilişkiler noktasında da ufuk açıcı gerçeklerle baş başa kalıyorsunuz.

Kral Esteban, okurluk ve yazarlık hayatımda benim için yeri kolay kolay değişmeyecek isimlerden. Vasata kaçtığında bile yazdıklarını okumaktan keyif aldığım için de bu sayfalar altında yereceğim bir kitabına rast gelmek zor olacaktır. Belki de bu yüzden onun kitapları hakkında yazdığım ilk inceleme bu olabilir. Çünkü diğerlerini övmenin bir yolunu, muhakkak bir şekilde bulurum.

Kitapları çok sattığı, çok okunduğu için değil, aksine kendi içerisinde çok tutarlı, birikimli, ufuk açıcı bir kitap olduğu için ilgilisi olabilecek herkese Yazma Sanatı’nı muhakkak okumalarını tavsiye ederim.

 

 

En Çok Okunanlar

Diğer Başlıklar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz