Yeni Çağ Toplumu

Sosyal medya aygıtının, ispiyoncu muh(a)birler yaratmasının kaçınılmaz sonucu kendinizi hayatınıza anlam katmayan saçma sapan çatışmaların ortasında bulmanızdır. Artık paylaşım yapılmaz, dayatılır. Sonra bir bakmışsınız bireyler kendilerini “affet bizi dijital sanal topluluk” babında açıklamalar yaparken bulmuş. Geçenlerde birisi bu ortamda hiç mi davulcu yok herkes hukukçu, tıpçı demişti. Sanal sosyal ortam artık yeni sanal insanın tek hakikatidir. Gerçek hayatta gördüğü karakterleri, sanal medyada görememekten dert yanar.

Memleket bir anda açıklamalar cennetine dönüşür. İstifalar bile buradan yapılır hale gelir. Öyle ki sanal medyanın uçuculuğu, geçiciliği insanın uçuculuk ve geçiciliğine dönüşür. Toplum şeffaflaşmaz da transparanlaşır. Böylece yeni pandemik panoptikonunda yeni sanal devlete karşılık gelecek neo-liberal iktidarlar onu izlemek için ayrı bir bütçe harcamakla uğraşmaz. Çünkü vatandaş gönüllü mahpustur. İstenmeden verendir. Beni kapat yeter ki öldürme diyendir.

Bu kadar şeffaflaşmışken, ölmekten bu radde korkmak da ne ola? Yoksa yeni Mars kolonilerinde size sanal uzun ömürler mi vaat edecekler? Bilincinizi değil de sosyal medyanızı yeni yapay etten mamul organik bedenlerinize mi yükleyecekler? Download hızı yüksek de upload mu düşük? Dijitalleşen insan bundan sonra artık ölümden değil, hacklenmekten korkacak. Yeni dertleri izlenmek değil izlenmemek.

Varlık kavramı artık sadece sunucuda işgal ettiği baytlarla sınırlı çünkü. Oysa hakiki dünyada ne büyük de yer kaplıyordu değil mi? İstese dünyayı kurtarırdı. Yıllar önce pile dönüşmekten korkup makinelere karşı ayaklanan insanları izleyenler artık pilden daha küçük harici belleklerde yaşamına devam edecek. Keşke Neo gibi kaynağa dönmekten, ölmekten korkmasaydık. O zaman daha yaşanabilir hayatlarımız olabilirdi.

Buradaki her olay için yazılan her iletide adım adım kontrol altına alınan, sönen büyük bir öfkenin izleri var. Her gün sistemli şekilde bağırtılıp, çağırtılarak, pasifize edilerek rahatlayan bir güruhuz artık. Zira daha konforlu olan bu.

Enformasyon toplumu böyle bir şey işte. “Sen şunlardan daha mı iyi bileceksin” toplumu. Bilgiyi, kişilikten kopartıp yüceltme, tapınma nesnesi haline getirme. Üstelik altı ay önceki bilgi şimdi hatalı sayılırken. Politeist inanç kılıf değiştirerek yeniden canlanıyor sanki. Hititlerin bin tanrılı dinine rahmet okutmak üzereyiz. Ortalık tıp, hukuk, tarih, edebiyat, felsefe vd. tanrıların işgaline terk ediliyor.

İnsanlar seçtiği bir kaç tanrının her söylediğine iman ediyor ve ne dese eksiksiz uyguluyor. Yetmiyor körü körüne tanrılarını savunuyor. Yetmiyor kendisi gibi düşünmeyenleri kafir ilan ediyor. Bilginin çok hızlı yayıldığı sosyal medya ortamlarında bilmem kaçıncı kol tebliğcilik faaliyetinden geçilmiyor. İnsanlar kendilerini kandırıyor. Bilgiyi paylaşmıyorlar. Birbirlerine tebliğ ediyorlar. Herkes peygamber artık. Bilcümle insanın kendisini seçilmiş hissettiği bir anda kısmetin bir hükmü var mıdır? Nedir kısmet diye dini kavramlarla kısıtlayıp çepeçevre sardığımız o erotizm?

Bazen yağmur olup yağar, elini attığın yerden bereket fışkırır. Kimi zamansa kurudukça kurur topraklar, bir yudum suya hasrettir. Kısmet yaşama sevinci ve umududur. Thanatos’un karşısında dikilebilmektir. Zira kuruyan, çölleşen, ölmeyi bekleyen insan Eros’tan kaçıp Thanatos’a teslim olmuştur. İnsan isyan etmelidir aslında. İşte bu da öyle zamanlardan biridir. Kafayı her kaldırışın yepyeni bir doğuma dönüşür. Anne karnında doğumdan sonra bir hayat olup olmadığını tartışan bebekler gibi seni çevreleyen o varlığın gittikçe gerçeğe dönüşen suretine bürünürsün. Ve aynaya her bakışın bir şükre, kendini ululadığın bir duaya dönüşür. Fakat unuturuz asıl sebebi. Kimisi yüz kırk karaktere dönüşür bu duaların, kimi iki yüz seksen, bazısı da o kadar çok karakterlidir ki karaktersizlik damlar her satırdan.

Bir anda dev bir kurtçuğa dönüşür insan. Oradan da galaksilerin kendisini daha iyi uyuşturabilmesi için baharatlarla pompalaya durduğu bir çölde kutsanmış tanrı imparatora evrilir. İnsan özünde baharat çöllerini yaratan bir solucan olmalıdır muhtemelen. Değil mi ki eskiler insan insanın kurdu derler. O solucan zamanla çölün kendisi olur. Sonrasındaysa kısmetle rahmet kucaklaşır çölü genişleyen bir yeşilliğe sarar, insansa kurumuş çölleri yeşerten kudretli bir yaradan sayar kendisini. Bu defa ormanları adımlayan, gezdikçe onu kirletendir. Aklına, diktiği ağaçları kesip kereste yapmak gelir. Yetmez bozduğunu fark ettiği her şeyi görmezden gelip keresteleri üst üste koyar, binalar diker, beton toprağı yakar, zehirler ve sonra inşa edilen her şey parça parça yıkılır. Nihayetinde yine bir çölde uyanacaktır insandan olma solucan.

Kısa ömürlerimiz boyunca sıkışadurduğumuz döngünün bir başka anlatımıdır bu. Doğmak fetüsün ölümü, bebeğin doğumudur. Ergenlik çocuğun ölümü, gencin doğumudur. Andropoz/Menopoz yetişkinin ölümü, ihtiyarın doğumudur. Ve esas son zannedilen ölüm de muhakkak başka bir merhalenin doğumu olacaktır.

Bunca ölümden bahsetmek tatsız geliyor biliyorum. Ancak ölümden korkmak da ahmaklıktır. Çünkü sadece biyolojik yok oluşuna odaklanmış insan esasen sürekli ölüp ölüp dirildiğinin farkında olmayandır. Çağın insanı artık ölümden korkan, tutkusuz, aşksız, sersefil, iradesiz bir yaratığa dönüşmüştür. Onu göremediği bir şeyin gazabıyla korkutup evlere kapatabilir, nasıl nefes alması, vücuduna ne enjekte etmesi gerektiğini dikta edebilirsiniz. Eros’u, sadece erotizmi ve aşkı değil yaşama heyecanını kaybetmiştir. Çağımızın insanı artık pornografiktir. Her şeyi; her hâlini, yediğini, içtiğini, okuduğunu, yazdığını, sevdiğini, birlikte olduğunu tüm çıplaklığıyla herkese aşikâr etmek zorundadır. Zira başka türlü var olamamaktadır.

Görünmek ve göstermekten başka seçeneği kalmamış, yorgun, şeffaf hem de arzusunun hâlefine görünemeyecek kadar şeffaf hâle gelmiş bir varlıktır. Tüm sınırları aşacak, kısıtlamalardan kendini yeni kelimelerle kurtaracak kadar özgür, ama kendi kelimelerinin ve o yeni kelimelerin dayattığı hayatın boyunduruğundan çıkamayacak kadar tutsaktır da. Ölesiye politik, kusturasıya manevi veya uluhiyetli, öldüresiye fanatiktir. Uçtur, uçlardadır, ortadadır, açıktadır. İnsan artık sadece on beş dakikalığına değil ölene dek çırılçıplaktır. Tüm meselelerinin çözümü toplum tarafından halline, kamunun oyuna, kendi dışında tanıdık, tanımadık herkesin görüşüne tabidir.

Çağın insanının gizlisi, saklısı, mahremiyeti, tutkusu, arzusu, ahlakı, kendine sakladığı yoktur. Sürekli gözetim altındadır ve bu gözetime sebep habire yeni kelimelerle deşeleyip, değiştirip durduğu kavramlarla inşa ettiği panoptikonun ta kendisidir. Farkında olmadığı yalanına sarılarak bile isteye bu gözetimden de şikayet edecektir.

İnsan, çağın insanı, kendi tanrısı olabilecekken kendisinin gardiyanı, hapishanesi olmaya gönüllü olandır. Seks onun için bir arzunun, tutkunun, yaşama heyecanının sonucu değil, teknoloji ve sözde gelişen iletişim olanakları sayesinde kolaylıkla ulaşabileceği bir araçtır. Hakeza sosyal, siyasal seçimleri de tıpkı günümüzün iğdiş edilmiş cinselliği gibi pornografik bir hâl almıştır. Herkes vereceği oyu, seçeceği kişiyi, yiyeceği yemeği, okuyacağı kitabı, birlikte olacağı metayı paylaşım madalyası olarak göğsüne iliştirmiştir. Rubikon çoktan geçilmiş durumdadır. Geriye dönüş yolları tutulmuştur.

Teknolojisi, ilerleyişi, medeniyeti ile övünen insan övündüklerinin elinde biteviye sökülüp takılan, nanobitlerden örülü Android bir oyuncağa dönüşmek üzeredir. Ne hissetmesi, ne söylemesi, ne yemesi, ne içmesi, kiminle sevişmesi ve bunlarla nasıl gurur duyması gerektiği öğretilegelen, yaşamı kendisine telkin edilen bir kobaydır.

Kobaylar öldükten sonra doğamazlar. Doğamayacaklar da.

Yeniden doğmayı istemeliyiz. Yeniden ve yeniden!

 

 

  • Ayarsız Dergi Şubat 2023 sayısında yayımlanmıştır. 

En Çok Okunanlar

Diğer Başlıklar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz