Medeniyetin yazıyla başladığı konusunda kesin hükümlere varan ifadeleri okusak da bu başlangıcı sanatın doğuşuna kadar çekmek gerekebilir. Sanat tarihi uzmanları için belirli dönemlere ayrılabilen bir olgu olduğunu belirtmek gerek tabi. Anlayış açısından 18. Yüzyıla kadar sanat ve zanaat kavramları birleşmiş kabul edilirken, sanat kavramını tanımlamak için Aydınlanma Çağıyla birlikte güzel sanatlar kavramı karşısında, zanaat ve popüler sanatlar ayrı bir sınıflandırmaya tabi tutuldu[1]. Elbette böyle bir ayrım olsa da kolektif bilinç sanattan bahsedildiğinde zihninde beş bin yıl önceki anlamını da şimdiki anlamını da algılamaya devam etti.
Anlayışta bir kopma olmamasının sebebi, sanat sözcüğünün (ve İngilizce art sözcüğünün) çok anlamlılığıyla yakından ilişkilidir. Mesela, bir anlamı ustalık, hüner, marifetken, diğer anlamıysa insanda güzellik duygusu uyandıran düşünce ve duyguların beceri ve hayal gücüyle ifadesine dayanan yaratıcı etkinlik[2]tir. Bugün sanat için kullanılan anlam, kendisini daha çok ikincisinde göstermektedir ve anlaşılacağı üzere, sanat eserinde estetize edilmiş bir yaratıcılık beklentisi vardır. Zanaatı ve insanların işine yarayan pratik icatları sanat kavramının dışına çıkartsak dahi bu estetik kaygı sanatsallığın en belirleyici özelliğidir.
Kopernik Devrimiyle birlikte modern bilimin doğuşu, dünya çapında meşhur pek çok sanat eseriyle çağa damga vurmuş Rönesans, ardından Aydınlanma Çağı derken günümüzde modern sanatın geldiği hâl estetik bir rejimin çöküş çanlarının çaldığını göstermektedir.
Yeni Modern Sanat
Aslında aşkın enformasyonla kolektif bilinci sakatlamak konusunda mahir sosyal medya uygulamalarında “yeni” modern sanata çoğunuz denk gelmişsinizdir. Def-i hacet eden bir “sanatçının” ortaya çıkardığı renkle salıncakta sallanarak resim yapması, kafasını duvarlara vururken veya yüzünü sürekli dönen bir kile sürterken onlarca kişi tarafından hayranlıkla izlenen performans sanatçıları, ayakkabısının tekini espri olsun diye serginin ortasına bırakan bir gencin ayakkabısının hayretle “hangi mesajı verdiği” sorusuyla irdelenmesi ve benzeri tuhaflıkların ortasında yaşıyoruz.
Uyanışçı/wokeist ideolojinin eş zamanlı olarak dünya tarihine damga vurmuş sanat eserlerinin sergilendiği müzelerde tablolara, heykellere boyalar fırlatmasıyla yeni modern sanatın yükselişe geçmesinin aynı dönemde gerçekleşmesi elbette tesadüf değil. Kaldı ki uyanışçı ideolojinin insanlarda yarattığı tekno-şizoid yansıma, dijital uygulamaların toplumdan sanatı ve sanatçıyı çekerek, sanatı kullanışlı bir eğlence nesnesine dönüştürmesi de dönemin alameti farikalarından.
Kolaycı Sanata Doğru
Bugün herhangi bir beceri ve hayal gücüne sahip olmasanız da “komut” kısmına belirli sözcükler yazıp, yapay zeka tarafından öğrenilmiş üsluplar doğrultusunda bir resim “yaratabilirsiniz”. Gerçekte yaratımın arkasında komutu yazan insan değil, komutu yorumlayan yapay zekâ vardır. Onun yaptığı şey de öğrenilmiş örneklerden bir çeşitleme ortaya koymaktır.
Bu hâl dünyayı sanat yoluyla kavramamızda teknolojinin insanlıktan uzaklaştıran etkilerine karşı bizi koruyan bir yanı olduğu görüşüyle uyumludur. Rollo May’in bu tespitin öncesinde çağdaş sanatçıların ortaya koyduğu dünyanın şizoid olduğu yorumunu da aklımızda tutmakta fayda var[3]. Sanattaki estetik anlayışın ve artistik bakışın sanatçının becerisi ve hayal gücüyle doğrudan ilişkili olduğunu düşünürsek, yapay zekanın bize sunduğu resim, öykü, şiir hatta romanların soğuk, ilgisiz, kibirli ve insanlardan kopuk olduğunu, yani şizoid karakter özelliklerini sergilemesi daha da büyük anlam kazanır.
Teknolojinin yükselişiyle tartışması sıkça yapılan “yapay zekanın” insanları mesleklerinden edip edemeyeceği olgusuna en keskin cevap sanatla bunu yapmak hâline gelmiştir. Sanat her ne kadar toplumun kolektif bilincini yansıtıyor olsa da avamın genel estetik kaygısı gerçek bir sanat eserinin anlamıyla, dijitalize bir kopyanın arasındaki farkı değerlendirmekten uzaktır. Binlerce yıllık dönemi anlatan eski anlamıyla “sanat”, “sanatçı”, “zanaatçı” yapay zekâ sayesinde ortadan kaldırılabilir mi?
Yolunu kaybeden insanın daha hızlı koşması May’e göre insanların eski ve ironik bir alışkanlığıdır[4]. Tespitin haklılığını görebiliyoruz, çünkü tüketimin hızlanması sadece tüketmek maksadıyla ortaya çıkmış değil. İnsanlık kaybolmuş durumda. Tam da bu sebeple sebebini bilmeden daha da ileriye koştuğu düşüncesiyle binlerce yıllık birikimiyle oluşturduğu medeniyete ait her kavramı, olguyu, düşünceyi hatta kelimeyi yıkıp paramparça ederek yolunu bulmaya çalışıyor. Dijital modernizmin pek çok meslekten önce sanata yönelmekte hakkı var. Zira yaratıcılık ve hayal gücü gibi değişkenlere bağlı akıldışı, bilinçdışı fenomenler dijital modernizmin dayattığı mekanizasyona karşı daima bir tehdittir[5].
Her şeyin televizyon ve haber düzeyinde olup bittiği bir dünyada yaşadığımızı iddia eden Baudrillard’ın tespitindeki[6] “televizyonu” rahatlıkla internet veya dünya çapında ağ (world wide web) olarak güncelleyebiliriz. Simülasyon değişmemiş, güncellenmiş ve daha da gürültülü hâle gelmiştir. Midjourney, Chat GPT gibi uygulamalarla saniyede bir “sanat eseri” üreten tüketici zihin, sanatın insana vermesi gereken huzursuzluk yerine, onu kendisini sanatçı yerine koyarak haz duyduğu hedonist bir pozitifliğe sürüklemektedir.
Sanal sistemin kodlarını kullanarak uygulamaya yazdırdıkları romanları matbu sisteme taşıyan, reklam ve tanıtımlarını yapay zekaya hazırlatmaya çalışan, bir yandan da sanatı ve sanatçıyı anladığı için değil, parası onu satın almaya yettiği, sanatı maddi bir yatırım olarak gördüğü için hayranlık duyanların varlığı, tüketim odaklı hazcı toplumun göstergelerinden yalnızca bir kaçıdır.
Nevroz ve Sanatın Farkı
Toplumlarının bilinç altı ve bilinçdışı derinliklerini bilenler sadece sanatçılar değil, onlara pek çok yönden benzeyen nevrotiklerdir de. Aralarındaki fark, sanatçının deneyimlerini diğer insanlara ileterek bu bilgiyi olumlu şekilde paylaşmasıdır. Günümüzde sanatçılar birer birer azalıp ortadan kalkarken, nevrotikler çatışmalarını sanata dönüştüremeyerek zorlanımlı karakterlere, Wilhelm Reich’in tabiriyle “yaşayan makinelere” dönüşmektedirler[7].
Bu nevroz, tekno-şizoid karakterde en anlamlı ifadesini bularak çağımızı boşluk duygusu içerisinde geçirdiğimiz günlerle doldurmaktadır. Yaşadığı dünya ve var olduğu toplum için etkili olma, bir şeyler yapma veya anlatma güdüsüyle dolu, toplumla barışık olamasa da onsuz var olmayan sanatçı, isyan yeteneğini bu çağda kaybetmektedir. Dışkısıyla resim yaparak topluma hangi mesajı ilettiği yahut bu halin insanda hangi güzellik duygusunu uyandırdığını bilemediğimiz sanatçının nevrozu, modern toplum için etkili olma gayesi güdemez. İsyan edemez. Böylece yaşadıkları toplumun huzursuzları, rahatsız edici unsuru, at sineği olarak görülen sanatçılar artık vızıldayamazlar.
Bir resim, heykel, roman, şiir bir toplum için gerçekten bu kadar önemli midir? Cumhuriyetimizin bânisinin sözlerine kulak vererek, sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından birinin koptuğu, sanattan uzak milletlerin, ilerleme yolunda yeri olmadığına dair sözlerine bakmalıyız. Sanat makineleşmeye, bürokrasiye, kayıtsızlığa, şiddete karşı bir duruştur. Toplumun nasıl dışavuracağını bilemediği şeyleri sanatçılar vasıtasıyla, temsille daha kolay bir şekilde anlayıp içselleştirebiliriz. Avamın küçük gördüğü gibi mesele bir resim, heykel, şiir ve benzeri eserden ibaret değildir. Sanat kendisi için olduğu kadar, toplum içindir de.
Sadece ülkemiz değil, tüm dünyada son dönemde yükselişe geçen şiddet, çalışma ve yaşama ahlakına dair sorunlar, ekonomik sıkıntılar, eşitsizlik, adalet yokluğu veya eksikliği gibi unsurların tabanında estetik anlayışın ve sanatın çöküşünü de önemli bir etmen olarak eklemek gerekir. Önemlidir, çünkü sanat, aynı zamanda şiddetin ikamesidir. Anlam açlığı, vecd ihtiyacı, her şeyi riske etme dürtüsü ihtiva eder[8]. Sanatçı, ait olduğu toplumdaki bireylerin farkında olmadıkları bu ihtiyaçlarının sağaltımını yapar. Sanatın dışa vurduğu şiddet, toplumdaki kayıtsızlığı azaltır. Ki pek çok yazısında ısrarla bunu vurgulayan May’in dediği gibi kayıtsızlıkla şiddet arasında diyalektik bir ilişki vardır. Kayıtsızlık, şiddete yol açar[9].
Sanat tarihi, bu çöküşün ardından yeni bir sanat dönemi gelip gelmeyeceği, yeni sanatın neleri değiştireceğini düşünmektedir. Çünkü eski sanat sisteminin, yani sanat ve zanaatın içiçeliğini yeniden diriltmek neredeyse imkânsız gözüküyor. Ancak Larry Shiner’ın da dediği gibi eski sanattan hâlâ bazı şeyler öğrenebilir[10] ve sanatçıyla sanatı yapay zekânın elinden geri almaktaki ısrarımızı sürdürebiliriz. Aksi takdirde yeni toplumun halısı, yeni sanatın dışkısıyla sıvandığıyla kalacak.
[1] Larry Shiner – Sanatın İcadı, Ayrıntı Yayınları 2004, Sf. 22 “Ancak XVIII. yüzyılda bu geleneksel sanat kavramının yazgısını tayin edecek bir bölünme gerçekleşti. Beceri ve zarafetle icra edilen her türlü insan etkinliğini iki bin yılı aşkın bir süredir ifade etmesinin ardından sanat kavramı ikiye ayrıldı: Bir tarafta yeni güzel sanatlar kategorisi (şiir, resim, heykelcilik, mimarlık, müzik), bunun karşısında ise zanaatlar ve popüler sanatlar (ayakkabıcılık, nakışçılık, hikaye anlatıcılığı, popüler şarkılar, vesaire).”
[2] Yaşar Çağbayır – Ötüken Türkçe Sözlük, Ötüken Neşriyat 2007, Cilt 5 Sf.4944
[3] Rollo May – Aşk ve İrade, Okuyan Us Yayınları 2008, Sf. 21,22
[4] Rollo May – a.g.e. Sf.13
[5] Rollo May – Yaratma Cesareti, Metis Yayınları Sf.96
[6] Jean Baudrillard – Simülakrlar ve Simülasyon, Doğu Batı Yayınları 1998, Sf. 80
[7] Rollo May – Aşk ve İrade, Sf. 28
[8] Rollo May – Güç ve Masumiyet, Okuyan Us Yayınları Sf. 257
[9] Rollo May – Aşk ve İrade, Sf. 31
[10] Larry Shiner – a.g.e. Sf. 43