Kaçırılmış Fırsatlar Üzerine: Ünlüler – Tayfun Çelik

2019 yılının Ocak ayında Tayfun Çelik’in ilk okuduğum romanı Davulun Kıyısındaki Köy’ü bitirdiğimde, kitap hakkında bir şeyler yazmak için inanılmaz bir istek duymuş ve pek iddialı cümleler içeren bir inceleme kaleme almıştım. Aradan geçen iki senede Tayfun Çelik’in Türk edebiyatına “yeni bir ses, yeni bir soluk” getirdiği iddiamın ne kadar yerinde olduğunu ispatlayan öykülerini okudum ve ikinci romanı Ünlüler ile bu düşüncem pekişti.

Bitirdiğim andan itibaren kitapla ilgili zihnimde kuvvetli şekilde tekrarlanan tek husus bu romanın Türk edebiyatı adına kaçırılmış büyük bir fırsat olduğuydu. Tayfun Çelik’in üslup konusunda çağdaşı pek çok yazardan üst seviyede olduğunu söylemek abartı sayılmayacaktır. Ünlüler, bir otobüs yolculuğunda okurla paylaşılan, farklı gözüken pek çok anlatının üst üste binerek oluşturduğu bir meta-kurmaca denebilir. Edebiyatımızın her yeni akım karşısında gittikçe karmaşıklaşan anlatı biçimlerine sağladığı uyum ve yazarlarımızın bu anlatım biçimlerine tekâmülü her zaman güzel sonuçlar vermeyebiliyor. Fakat “Ünlüler” için böyle bir durum söz konusu değil.

Zaman kiplerinin anlatı içerisinde değişimine dair olumsuz gözüken bir pasaj görseniz de romanı bitirip yeni baştan o bölümü okuduğunuzda, yapılanın alımlama estetiğine, kurgunun bütünlüğüne uyumlu olduğu görülebiliyor. Üslup konusunda farklılığından dem vurmakla birlikte, yazarın edebi olma kaygısı hakkında ipucu veren bir durumun da üzerinde durmak gerekiyor. Çelik, büyük ihtimalle kaleminin kudretinin farkında ve bu, bazı bölümlerde yazmanın şehvetine yenik düşmesine sebep olmuş gibi. Peki, güzel cümlelerden böylesine akıcı, merak uyandırıcı bir anlatı oluşturabiliyorken, eleştirdiğim asıl şey nedir?

Aslında çok karmaşık edebi terimlerle bunun üzerinde durmaya gerek yok. Eskilerin dediği gibi “bal yiyen baldan usanırmış” durumu söz konusu oluyor. Rahatsız edici boyutta olmasa da bazı bölümlerde artık kudretli cümlelerin, edebi betimlemelerin kenara çekilip, kurgunun da ileriye doğru gittiğini görmek istiyor insan. Yoğun edebiyattan memnun olabilecek pek çok okur olduğunu da göz ardı etmemek gerek elbette. Özellikle muazzam bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu gösteren giriş bölümüyle birlikte yazarın kaleminden eminliği, belirli bir noktadan sonra betimlemelerle, iç içe geçmiş planlı cümlelerle ve yer yer, ayarında bir metinler arasılıkla vücut bulan yeteneğini okurun gözüne haddinden fazla sokmasına sebebiyet vermiş.

Ancak bu yoğun dil, kurgunun muazzam merak uyandıran yapısı karşısında kısa bir süre içerisinde kendini unutturuyor okura. Yazının başlarında romanı nitelerken üst üste binmiş anlatılardan bahisle meta-kurmaca olduğu söylenebilir desem de bu tanım hakikati tam olarak karşılamıyor. Teşbihin gücünden faydalanmak gerekirse Ünlüler, kendi içine doğru sarmal oluşturan bir matruşka gibi yapılanmış. En üstteki büyük anlatı bir aşağısındaki anlatıya kıvrılarak ulaşırken, katman katman açılan hikâyenin en son kısmı tekrar büyük anlatıya bağlanıyor.

Soyut tanımlamaları bir kenara bırakacak olursak roman, Ünlüler firmasına ait bir otobüsün gece yarısı başlayan seferinde şoför dâhil yolcuların çok büyük bir çoğunluğunun otobüsün nereye gittiğini unutmasıyla başlıyor.

Otobüs, nereye gittiğini dahi bilmeden, her penceresinde farklı bir kerpiç evin göründüğü dağınık köyleri de sinsi bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla geride bırakarak gözden kaybolmuş. Şanına layık bir şekilde hem de gecenin bir yarısı, ışığı yanan hasta evi iniltilerinin içinden geçerek tozu dumana katmış. Perşembeyi cumaya bağlayan kandilli minarelerin şerefelerinden, ışıl ışıl dükkânlar ile güç yetmeyen pahalı mağazaların vitrinlerinden, cesetlerin üzerine açılan gazetelerin üçüncü sayfalarından ve rüşvetle kapanan ruhsatların arasından sinsi bir gölge gibi akıp gitmiş. Otobüs akıp giderken şoförün sürgülü camından içeriye, ağzından alev saçan egzozunun cızırtısı ve lastikleri zımparalayan çatlak asfaltın iniltisi dolmuş. Tir tir titreyen boş koltukların takırtıları ile kapıların gevşek fitillerinden sızan şeytan ıslıkları eşlik etmiş bu seslere.”

Fakat anlatının içerisinde ilerledikçe ne tek bir otobüsten bahsedildiğinden emin olabiliyorsunuz ne de karakterlerden. Okurun otobüsler arasında geçiş yapıldığı fikrine tutunmasına sebep olacak, yazarının dahi klişe kabul ettiği bazı bağlantılar mevcut. Çelik, burada klişelere başvurma tercihini postmodern anlatının yazarı konuşturma nimetinden faydalanarak tatmin edici şekilde açıklıyor. Neticede benzer şeylerin yazılıp okunageldiği yüz yıllar tüketmiş durumdayız. O halde artık önemli olan, anlatının klişeliğinden ziyade, klişenin okura kabul ettirilebilmesi haline geliyor.

Otobüs yolculuklarına aşina olan okurların, romanın kurgusuna kâh hizmet eden kâh sadece bir hoşluk olsun diye metinde bulunan göndermelere tebessüm etmesi muhtemel. Kendi otobüs yolculuklarımı, özellikle gece vakti yolculuk edenlerin tahayyülünde beliren gergin, korkutucu, fantastik, absürt ihtimalleri yazarın tespitlerinde görerek tebessüm ettim, hatırladım ve kendimi cümlelerin doğruluğunu onaylamak için kafa sallarken buldum. Otobüs gibi dar bir sahneye sahip olmasına karşın, mekânı en ince ayrıntılarına kadar kullanmayı ihmal etmeyecek güçlü bir gözlem yeteneğinin varlığını da vurgulamalıyım.

Elbette tahkiyecilik, üslup ve kurgudaki övgülerime rağmen kurguyu sonlandırmak konusunda ne yazık ki aynı övgüleri tekrar edemiyorum. Postmodern, büyülü gerçekçi ve benzeri pek çok alt anlatı türünün aslında fantastik edebiyata dâhil olduğunu, yazarların çocuksu, kaçış edebiyatı olarak tanımlanan türe dâhil hissetmemek için pek çok alt tür geliştirdiğini düşünenlerdenim. Yazarın kitabın sonunda yaptığı şeyi ve bu güzel eserin neden kaçan bir fırsat olduğunu anlamak için de fantastik edebiyat teorisine biraz göz atmak gerek.

Bir edebi eserin “fantastik” olarak nitelendirilebilmesi için Tzvetan Todorov’un tahdidi olarak saydığı özelliklerden biri olan belirsizliğin okurda bir duygu olarak uyanması gerekmektedir. Todorov’un katı belirsizlik ilkesi dünya çapında yazılmış hiçbir eseri fantastik edebiyat dairesi içerisinde değerlendirmeye müsaade etmese de onun ayrımından yola çıkarak Jean-Luc Steinmetz’in sunduğu katkılarla bir eserin sonunda olması gereken muğlaklığın bu kitapta hem var olduğu hem de yok olduğunu iddia ediyorum. Aslında anlatılan hikâyenin makul bir sona bağlanamamış olması gibi bir durum da mevcut değil. Örneğin kitabın bitişinden iki bölüm önce aslında bahsetmiş olduğum bu muğlaklığı tesis edecek muazzam bir kitap sonu namzedi olduğu görüşündeyim.

O halde son iki bölüm ne için yazıldı? Yazarın kendi edebi gücünün farkında olmasının onu zaman zaman yazmanın şehvetine düşürdüğü yönünde söylediklerimden ilhamla cevaplanabilecek kadar basit değil durum. Bir yazar olarak bazen kitabın anlaşılması yürekten istenip sadece belirli bir okur tipi tarafından değil, olabildiğince geniş bir anlama ağı örmek düşlenebiliyor. Yanlışlanabilecek tahminime göre Çelik’in son iki bölümü yazmasında böyle bir motivasyon olabileceği fikrindeyim. Okuru muğlaklığın içerisine terk etmemek veya aslında anlatmak istediği şeyin algılanmasını tesis etmek için bütünlük arz eden bir anlatıyı “açıklama” mahiyeti taşıyan bölümler olarak algıladım son iki bölümü. Kurgunun akışını bozmak veya sona kadar akıcı bir üslupla yücelen bir metni bir miktar basitleştirmek pahasına.

Kitabın sonunda kurguyu açıklama maksadı taşıyan son bölüm ufak bir hayal kırıklığı yaratmasına rağmen; gerek üslubunda okura vaat ettiği zenginlik, gerek kurgunun giriftliği ve okuru anlatıda tutması açısından Tayfun Çelik, kesinlikle Türk edebiyatının en yetenekli yazarlarından biri olduğunu gösteriyor. Eserin daha farklı ve muhkem bir sonu olmasa dahi yakın dönemde kolaylıkla karşılaşamayacağınız bir anlatım kuvveti ve dil lezzeti vaat ettiğinin tekrar altını çizmek isterim. Yıllarca adından söz ettirecek bir eser olma fırsatını kaçırmış gibi gözükse de, yazar enflasyonu yaşadığımız şu yıllarda, özellikle anlatım yeteneğindeki bağlayıcı üslubuyla Tayfun Çelik’in yazarlık, ediplik sıfatını sonuna kadar hak ettiğine inanıyorum.

 

  • Şiraze Dergisinin Kasım-Aralık 2021 sayısında yayımlanmıştır.

En Çok Okunanlar

Diğer Başlıklar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz